ANALİZ – Uluslararası toplum Kaşıkçı soruşturmasında sınıfta kaldı

İSTANBUL (AA) -TUĞÇENUR YILMAZ- Vatandaşı olduğu Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda vahşice katledilen gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesinin ardından geçen bir yıl, uluslararası toplumun bu cinayeti aydınlatmak ve faillerin bulunması için yeterli çabayı göstermediğini ortaya koydu.

Uzun bir gazetecilik kariyerine sahip olan ve öldürüldüğü güne kadar yankı uyandıran yazılar kaleme alan Kaşıkçı, Katar, Yemen ve Lübnan’a yönelik tutumunun yanı sıra Kanada ile yaşanan siyasi gerilim gibi Suudi Arabistan’ın son dönemdeki birçok politikasıyla ilgili görece muhalif yorumlarda bulununca kaçınılmaz olarak hedef tahtasına oturtuldu. Bu yüzden ülkesinden ayrı yaşamak zorunda kalan Washington Post yazarı Kaşıkçı’nın benzeri görülmemiş bir katliama kurban gitmesi, dünya kamuoyunu sarsan bir gelişme olarak uzun süre gündemdeki yerini korudu. Ancak BM, AB ve birçok ülkeden gelen “endişe dolu” açıklamalar, Suudi Arabistan yönetimini konuyu bir an önce aydınlığa kavuşturmaya çağırsa da Kaşıkçı’nın cesedinin akıbeti, aradan geçen bir yıla rağmen hâlâ gün yüzüne çıkmadı ve cinayet adeta örtbas edilmeye çalışıldı. Suudi Arabistan Başsavcılığı, önce inkâr ettikleri cinayeti 18 gün sonra itiraf etse de cesedin nerede olduğu ve faillerin kim olduğu gibi sorular gizemini korumaya devam ediyor. Bunda ise uluslararası toplumun yetersiz kalan tepkilerinin büyük payı bulunuyor.

– Cinayete karşı ortak bir tutum sergilenemedi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, Kaşıkçı’nın kaybolmasının ardından yaptığı açıklamada konunun takibinde olacağını söylemesi dünya kamuoyunda geniş yankı buldu. Olayın ilk anından bugüne uluslararası hukukun kendisine verdiği sorumlulukla Kaşıkçı cinayetinin aydınlatılması için yoğun bir diplomasi trafiği yürüten Türkiye’nin, cinayetin ortaya çıkmasından sonra da Suudi yetkililerle ve uluslararası toplumla işbirliğine açık olduğunu birçok kez ifade etmiş olmasına rağmen bu çağrıları gerekli karşılığı bulmadı.

Türkiye’nin konuyu aydınlatmak için gösterdiği kararlılığının ardından dünya liderleri de olayın acilen açıklığa kavuşturulması için Suudi Arabistan yönetimine birçok kez çağrıda bulundu fakat ne yazık ki bu çağrılar, somut sonuçlar doğuracak ortak adımları beraberinde getirmediği için havada kaldı denilebilir. Örneğin İngiltere, Almanya ve Fransa, ortak bir bildiri yayımlayarak Suudilerin gerçeği kapsamlı ve saydam bir şekilde ortaya çıkarması gerektiğinin altını çizse de zamanla attıkları adımlar bu konudaki söylemlerini sorgulanabilir hale getirdi.

Kaşıkçı cinayetinin ardından Suudi Arabistan’a en sert tepkiyi veren ülke Almanya oldu. Başbakan Angela Merkel, olay aydınlatılmadan Suudi Arabistan’a silah ihracatı yapılmayacağını duyurdu ve ardından Almanya, cinayetle ilişkisi bulunan 18 kişiye ülkeye giriş yasağı getirdi. Bununla birlikte Almanya, diğer AB ülkelerini de benzer adımlar atmaya çağırdıysa da Suudi Arabistan yönetimine karşı AB, ortak bir tutum belirlemek konusunda başarısız oldu. Dahası, üyeleri AB kurumları içinde doğrudan halk tarafından seçilen tek organ olan Avrupa Parlamentosu’nda da ülkeler Suudi Arabistan’a silah ambargosu uygulamaya davet edildi fakat bu platformda da tüm ülkeleri bağlayacak herhangi bir karar alınamadı.

Avrupa ülkelerinin bu tutumlarının başlıca nedeni aslında reel politik gereği kendi çıkarlarını öncelemesi. Örneğin, Avrupa’da Suudi Arabistan’a en fazla silah satışı yapan ülke olan İngiltere, cinayetle ilişiği bulunduğu düşünülen kişilere ülkeye giriş yasağı getirdi ama öte yandan Kaşıkçı cinayeti sonrası Avrupa’dan Suudi Arabistan’a yüksek düzeyli ilk resmi ziyaret yine İngiltere Dışişleri Bakanı Jeremy Hunt tarafından gerçekleştirildi. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, ilk açıklamasında olayla ilgili soru işaretleri ortadan kalktıktan sonra pozisyonunu belirleyeceğini; İspanya Başbakanı Pedro Sanchez de, Kaşıkçı cinayetinin ardından İspanya’nın tutumunun ülkesinin çıkarları yönünde olacağına işaret etmişti. Bu bağlamda Kaşıkçı cinayeti, basın ve ifade özgürlüğüne son derece önem verdiklerini her fırsatta dile getiren Avrupalı liderler için kötü bir sınav oldu. Neticede, savunma şirketlerinin kârları ve “ulusal çıkarlar”, dünyaca ünlü Arap bir gazetecinin emsalsiz şekilde katledilmesinin, basın-ifade özgürlüğünün ve kamuoyu vicdanının rahatlatılmasının önüne geçti.

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed Bin Selman’ın fiilî liderliğinde ülkesinde gerçekleştirdiği “reformlara” övgüler düzen Avrupalı yöneticiler, Kaşıkçı’nın öldürülmesinde sorumluluğu aşikâr olan Suudi yönetimine herhangi bir yaptırım uygulamaktan geri durdu. Dünyaca ünlü Arap gazeteci Kaşıkçı’nın bir Suudi diplomatik mülkünde öldürülmesinin ciddiyeti bir tarafa konularak birçok ülke tarafından bu “şok edici hadisenin” yalnızca aydınlığa kavuşturulmasının talep edilip kınanması ve Suudi Arabistan üzerinde yeterli uluslararası baskının kurulamaması Suudi yönetiminin de bu konuda bir bakıma rahat davranmasına sebebiyet verdi. O kadar ki, Suudi Arabistan, önce cinayeti inkâr etti, daha sonra ise cinayetin başkonsoloslukta bir grup arasında yaşanan arbede sonucu meydana geldiği savını ileri sürebildi. Dünya ise üç maymunu oynayarak sonu bilinen bir filmi izlemeye koyuldu.

– Trump yönetimi ulusal çıkarlara işaret etti

Cemal Kaşıkçı’nın ABD menşeli basın yayın kuruluşlarından Washington Post’ta da yazılar kaleme alması ve bir süredir ABD’de ikamet etmesi nedeniyle Kaşıkçı cinayeti, Amerikan basınında ve iç siyasetinde uzun süre tartışılan gündem maddesi oldu. Başkan Donald Trump, her ne kadar meselenin takipçisi olduğunu söylese de cinayeti “serseri katillere” atfetmek gibi gayriciddi açıklamalarıyla konuyu Veliaht Prens Bin Selman’dan uzaklaştırmaya çalıştı, ta ki CIA raporları cinayette Veliaht Prens’in yakın çevresinin parmağı olduğu bulgularını ortaya koyana kadar. Kamuoyu baskısıyla Trump, zamanla ağız değiştirse de Kaşıkçı cinayetini Amerikan çıkarlarından ayrı tuttu ve Suudi Arabistan ile ilişkilerinde bunu bir mesele etmekten kaçındı. Düzenlenen zirvelerde Veliaht Prens Bin Selman’la samimi pozlar vermeye devam eden ve “Suudi Arabistan’a ihtiyacımız var” diyen Trump, Kaşıkçı cinayetiyle ilgili asla net bir fikre sahip olunamayacağını savunarak Veliaht Prensin arkasında durmaya devam etti.

Öte yandan, ABD Kongresinden kimi üyeler bir araya gelip zaman zaman yayımladıkları bildirilerde ve çıkardıkları yasa tasarılarıyla Kaşıkçı cinayetini Trump’ın üzerinde baskı kurulacak ek bir unsur olarak gördü ve bunu uzun bir süre bir iç siyaset meselesi olarak kullandı. Özellikle Demokratlar ve aynı zamanda bazı Cumhuriyetçi senatörler, Kaşıkçı cinayetinin ardından ABD’nin Riyad’la ilişkilerini tekrar gözden geçirmesi konusunda birçok kez Trump yönetimini eleştirdi. Ancak konuyla ilgili bir yıl içinde ancak ABD Hazine Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığından, Kaşıkçı cinayetinde rol aldığı gerekçesiyle bazı kişiler yaptırım listesine alındı. Böylece ABD yönetiminin Kaşıkçı cinayetini münferit bir olay olarak değerlendirdiği tasdik edilmiş oldu.

Rusya, Çin ve diğer Orta Doğu ülkelerinin de Kaşıkçı cinayetine yaklaşımı elbette dış politikalarından bağımsız değerlendirilemez. Suudi Arabistan’a karşı tepki vermek için olayla ilgili ciddi bir soruşturmanın yapılması gerektiği şartını ortaya koyan Rus ve Çinli yetkililer, Kaşıkçı vakasının Washington yönetimi ve Avrupa ülkelerinin insan haklarına yönelik tutumunu test ettiğine dikkat çekerek olaydan kendilerini bir nevi uzak tuttu. Hemen her konuda olduğu gibi Orta Doğu ve İslam dünyası Kaşıkçı cinayetinin ardından ortak bir tutum ne yazık ki sergileyemedi. Özellikle Suudi Arabistan’ın finanse ettiği birçok İslam ülkesi, Kaşıkçı cinayetiyle ilgili resmi bir açıklama yapmakta oldukça gecikti. Açıklamalarında ise Suudi Arabistan’da açılan davayı olumlu bir gelişme olarak gördüklerini söylemekle yetinip herhangi bir şekilde Suudi Arabistan’la karşı karşıya gelmekten çekindiler.

– BM soruşturması ve uluslararası hukuk

Kaşıkçı cinayeti, dokunulmazlığı olan diplomatik misyon binalarının ve konsolosluk yetkililerinin bu haklarının kötü emeller için kullanılması nedeniyle çok mühim bir emsal teşkil ediyor. Bu kapsamda, cinayetin ardından hem Türkiye hem de AB ve BM yetkililerinden uluslararası soruşturma açılması çağrısında bulunuldu ve nihayetinde BM bünyesinde hadise “uluslararası bir cinayet” şeklinde nitelendirilerek BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğince bir uluslararası soruşturma açıldı. Bu kapsamda, BM Yargısız ve Keyfi İnfazlar Raportörü Agnes Callamard Türkiye’ye geldi ve soruşturmanın ardından elde ettiği bulgular ışığında BM’ye sunduğu raporda Suudi Arabistan’ı, Kaşıkçı’yı taammüden öldürmekten sorumlu tuttu. Böylece gözler bir kez daha başta BM olmak üzere uluslararası toplumun atacağı adımlara çevrildi. Ancak BM’nin bu anlamda bir yargı ve yaptırım gücü bulunmuyor. Sunulan raporla kamuoyu, bulgular eşliğinde cinayetle ilgili uluslararası düzeyde bilgilendirilmiş oldu ancak birçok ülke söz konusu rapora rağmen Suudi Arabistan’ı kınamakla yetindi.

Cinayetin faillerinin başına ne geldiği konusunda ise bir belirsizlik hâkim. Suudi yetkililer, Kaşıkçı cinayeti davasının adil bir şekilde ülkelerinde görüldüğü açıklamasında bulunsa da davanın akıbetiyle ilgili detaylı bir bilgiye ulaşmak çok zor. Kaşıkçı’nın katillerinin kamuya açık olarak yargılanmaması nedeniyle şeffaflığı sorgulanan bu davaya olan ilgi ise uluslararası düzeyde oldukça az. Aradan geçen bir yıla rağmen faillerin başına ne geldiğinin hala bilinmemesi de uluslararası üne sahip bir gazetecinin öldürülmesi konusunda uluslararası toplumun tepkisinin yetersizliğinin bir diğer göstergesi olarak öne çıkıyor. BM dahil birçok ülke ne yazık ki söz konusu cinayete yeteri kadar önem vermedi.

Kaşıkçı cinayeti, dünyanın son yıllarda karşı karşıya kaldığı insani krizlerden yalnızca bir tanesi. Ancak bu cinayet, insan hakları, basın ve ifade özgürlüğünün son derece kırılgan olduğu günümüz dünyasında bu gibi olaylar karşısında ortak bir adım atmayı sağlayacak herhangi bir uluslararası mekanizmanın olmamasının doğurduğu sonuçlar ve ulusal çıkarların her şeyin ötesinde olduğunu bir kez daha kanıtlaması bakımından önemli bir hadise olarak akıllara kazındı.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?