GÖRÜŞ – Suriye’de asıl nüfus mühendisliğini kim yaptı?

İSTANBUL (AA) -CENGİZ TOMAR- Türkiye’nin Suriye’de hem kendi sınır güvenliğini sağlamak hem de sekiz yıldır bütün zorluklara rağmen konuk ettiği üç buçuk milyondan fazla sığınmacının en azından bir kısmını yerleştirmek amacıyla “güvenli bölge” kurma çabalarına karşı son günlerde bazı çevrelerde dillendirilen “Türkiye’nin nüfus mühendisliği yaptığına” dair itham ve iddialar, aslında bizlerin Suriye’nin yakın ve uzak tarihinden ne kadar bihaber olduğumuzu gösteriyor, yahut da işimize gelmediğinden haberdar olmak istemediğimiz manasına geliyor. Bu sebeple aslında genel olarak Orta Doğu’da özelde de Suriye’de kimlerin nüfus mühendisliği yaptığını tarihsel verilerle ortaya koymanın gerekliliği aşikar.

Kronolojiyi takip etmek yerine güncel olaylardan başlayalım. Yani, Suriye’de 2011 yılından itibaren özellikle muhalif Sünni Araplar ile Türkmenlerin (buna Hıristiyan azınlıkları da ekleyebiliriz) hem rejim, hem DEAŞ ve hem de PYD-YPG/SDG görünümlü PKK tarafından nasıl “etnik ve mezhebi temizliğe” tabi tutulduğunu anlatalım.

Suriye’nin iç savaştan önceki nüfusu 22 milyon civarındaydı. Kabaca, bu nüfusun yüzde 60’ı Sünni Arap, yüzde 10’u Nusayri Arap, yüzde 10’u Sünni Kürt, yüzde 10’u Hıristiyan Arap, yüzde 5’i Türkmen ve yüzde 3’ü Dürzi Araplardan oluşmaktaydı. Ancak Suriye’de yaşayan Türkmenlerin bir kısmı, özellikle de gençler, Baas rejiminin Araplaştırma politikası nedeniyle, sadece Arapça konuşabildiğinden Türkmen nüfusunun gerçekte yüzde 10-12 olduğunu ifade eden bilimsel çalışmalar da bulunuyor. Nitekim bizim Suriye’de kendi gözlemlerimiz de bu yöndeydi ve bölgede yaşadığımız dönemde Şam gibi büyük şehirlerde sadece Arapça konuşabilen pek çok Türkmen genciyle karşılaşmıştık.

Savaş sonrası 2019 yılının sonlarına yaklaştığımız bu sıralar itibarıyla Suriye nüfusunun 5,5 milyonu yurtdışına sığınmak zorunda kalmış, 6 milyonu da ülke içinde yer değiştirmiş durumda. Yani Suriye nüfusunun yarısından fazlası zaten bir etnik mühendisliğe tabi tutulmuş bulunuyor. Bu etnik mühendisliğin en büyük sebebi savaş olmakla beraber hem rejim hem DEAŞ hem de PYD’nin bilinçli olarak yaptığı değişiklikleri göz ardı etmemek gerekir. En büyük Sünni Arap kentleri olan Şam ve kırsalı, Humus ve kırsalı, Halep ve çevresi hem yoğun bombardıman hem de kuşatılarak açlığa mahkum edildiğinden bu bölgelerden ayrılmak zorunda kalan muhalif Sünni Arapların büyük kısmı Çin malı yeşil otobüslerle gözlerimizin önünde İdlib’e gönderilmişti.

Aynı şekilde Türkiye sınırı boyunca İdlib ve Halep’ten güneydoğuda Rakka’ya, kuzeybatıda Lazkiye’den Hama, Humus, güneyde Deraa ve Kuneytra’ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan Türkmenler de tatbik edilen bu nüfus mühendisliği neticesinde yaşadıkları toprakları terk etmek zorunda kaldılar. Böylece rejim, İdlib hariç Fırat’ın batısında, büyük kısmı Sünni Arap ve Türkmenlerden oluşan, önemli bir muhalif kitleyi kuzeye ve yurtdışına sürerek siyasi açıdan homojen bir nüfus oluşturdu. Bu muhalif Suriyelilerin emlakına da devlet tarafından el konularak bu nüfus mühendisliği kalıcı hale getirildi.

Fırat’ın batısında durum böyleyken Fırat’ın doğusunda da işler çok farklı değildi. Önce DEAŞ Fırat’ın doğusunda önemli bir ağırlığı olan ve kendilerine boyun eğmeyen Sünni Araplar ve Türkmenlerle birlikte Süryani, Keldani ve Ermenilerden oluşan Hıristiyan nüfusu oluşturdukları tedhişle yerlerinden etmişti. DEAŞ’ın bölgedeki hakimiyetinin kırılmasının ardından PYD-YPG’nin ABD destekli olarak kurduğu yönetim de bölgede muhalif Sünni Arap ve Türkmenlere karşı aynı uygulamaları sürdürmekte ve yerlerini terk edenlerin mallarına el koymaktadır.

Daha da vahimi, savaştan önce Suriye nüfusunun sadece yüzde 10’unu oluşturan Kürtlerin sadece bir kısmını temsil eden ABD destekli PYD-YPG’nin günümüzde Afrin, Cezire, Rakka, Tabka, Menbiç ve Deyrizor gibi Sünni Arapların yoğunlukta olduğu Suriye topraklarının yüzde 30’dan fazlasını kontrol etmesidir. Giderek Aynülarab Kobani’ye, Tel Abyad Gre Spi’ye, Re’sülayn ise Serekani’ye dönüşmektedir.

Bunlar son sekiz yılda yapılan nüfus mühendislikleri. Tabi bir de tarih boyunca yapılan nüfus mühendislikleri var. Hem Irak hem de bölgede bin yıldan fazladır mevcudiyetini koruyan, savaş öncesinde Suriye’de nüfusları 1,5 ila 3 milyon arasında tahmin edilen Türkmenlerle Irak resmi rakamlarına göre nüfusları 3 milyon olan (ki mutlaka bundan daha fazla olmalıdır) Orta Doğu’daki Türkmenlerin tarihi bu tür örneklerle doludur. Irak ve Suriye’de (Bilâdüşşam) Selçuklularla başlayan Türkmen yerleşimi Zengiler, Memlukler ve Osmanlılarla artarak devam etmiştir. Tarihi kayıtlara göre, sadece Suriye Türkmenlerinin Memlukler döneminde 15. yy.da 180 bin kişilik bir askeri güce sahip olduğu tarihi gerçeğini bilmek bile Ortadoğu’daki Türkmen varlığının yoğunluğunu kanıtlamaya yeterlidir.

Irak Türkmenleri hem 1924 hem de 1959’da katliama maruz kaldıkları gibi 1980’den itibaren Saddam Hüseyin’in Baas rejimi tarafından topraklarından sürülmüş, ana dillerinde konuşma yasağı dahil her türlü asimilasyona maruz kalmış, akla hayale gelmeyecek zulüm ve takibata uğramıştır. 20. yy. ortalarına kadar Türk olarak bilinen Irak Türkmenlerine bu adı, onları Türkiye’den ayırmak için, Baas rejimi vermiştir. Hafız Esed yönetimindeki Suriye Baas’ı da Irak’taki ikiz kardeşinin uygulamalarının benzerlerini Suriye’de uyguladı. Mevcut iç savaş esnasında da yüzbinlerce Türkmen topraklarını terk etmek zorunda bırakıldı. Bunların müsebbibi de Rusya ve İran destekli rejim ile ABD destekli YPG-PYD’nin etnik temizlik faaliyetleridir. Fırat’ın batısında Lazkiye’nin kuzeyi, Halep ve İdlib kırsalı ile Türkmen Dağında (Bayır-Bucak Türkmenleri), Fırat’ın doğusunda ise Haseke, Tel Abyad ve Tel Hammam Türkmen’de Türkmenlere karşı yapılan etnik temizlikler hem rejimin hem de PYD/YPG’nin eseridir.

İşte bütün bu uzak veya yakın tarihi bilgiden haberi olmayan ya da haberdar olmak istemeyen bazı çevrelerin, Türkiye’nin varoluşsal güvenlik gerekçeleriyle, büyük bir sosyo-ekonomik baskı oluşturan Suriyeli sığınmacıların bir kısmını güvenli bölgeye yerleştirmek istemesine “nüfus mühendisliği” adını vermeleri ve sekiz yıldır muhalif Sünni Araplar ile Türkmenler aleyhine yapılan gerçek etnik mühendislikten hiç bahis açmamaları manidardır.

Yazımızı her zaman olduğu gibi bir son sözle bitirelim:

“Bilgi sahibi olunmadan, fikir sahibi olunmaz”

[Prof. Dr. Cengiz Tomar Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Rektör Vekili olarak görev yapmaktadır]

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?