Türkiye İş Ahlakı Zirvesi

İSTANBUL (AA) – Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Avrupa ve Batı ülkeleri 3-5 bin mülteci geldiği zaman ayakları titremeye başlıyor. Batı ülkelerinde ırkçılık siyasi bir mesele olarak yeniden canlanıyor. Halbuki herkesin gözünü açması lazım. Böyle gittiği sürece açık söylüyorum, küresel göç meselesi, dünyanın en sıkıntılı alanlarından birisi olacak. Belki konuşulan 3. dünya savaşından daha büyük küresel bir sorun olacaktır. Batı ülkeleri değil sınırlarına birtakım tel duvarlar örmek, gök kubbeyi dahi çelikten kubbelerle örseler, göçmen krizi, dalgaları karşısında hiçbir şey yapamaz duruma düşecekler, dünya bu yoksullukla devam etiği sürece bu sorundan asla kurtulamayacaklardır.” dedi.

Kurtulmuş, Türkiye İktisadi Girişim ve İş Ahlakı Derneği (İGİAD) tarafından Haliç Kongre Merkezi’nde düzenlenen Türkiye İş Ahlakı Zirvesi’nin açılışındaki konuşmasında, ekonomi ve ahlak ilişkisinin iktisat tarihinin önemli tartışma alanlarından biri olduğuna, ekonomi ve ahlak arasındaki ilişkileri bireysel ahlakla ilgili ve sınırlı tutmamak gerektiğine değindi.

Küresel terörden göç dalgasına, küresel adaletsizliğe kadar dünyada yaşanan sorunların önemli kısmının sistem ahlakının bütünüyle çökmüş olmasından ve insanların en az son bir, iki asırdır sistem ahlakını yeniden üretbilecek performansı ortaya koyamamasından kaynaklandığını dile getiren Kurtulmuş, ekonomi ve ahlak arasındaki ilişkiyi ortaya koyarken, bireysel olarak tek tek insanların üzerindeki ahlaki sorunların yanında, sistem ahlakının nasıl diriltilebileceği üzerinde yoğunlaşmak gerektiğini söyledi.

Numan Kurtulmuş, geleneklerin sistemin içinde faaliyette bulunmak, pazarın ortak ve eşit bireyleri olmak bakımından bütün tüccar ve iş adamlarının eşit olduğu bir sistem tasarladığını ifade ederek, “Bunun, küçük balıkların büyük balıklar tarafından yutulmasının, iktisadi hayatın doğal bir unsuru olduğunun düşünüldüğü bugünün ekonomik sistemiyle, alışkanlıklarıyla ne kadar büyük bir tezat teşkil ettiği aşikardır. Bugün maalesef dünyanın birçok yerinde bütün büyük balıklar istedikleri gibi küçük balıkları yutuyor, okyanusun büyük balıkları da bizim denizlerimizin büyük balıklarını yutuyor. Dolayısıyla böylesine gayri adil bir sistem, aslında ta başından itibaren, serbest rekabet olması gereken iktisadi piyasalarda başından itibaren güçlülere imtiyaz sağlıyor, zayıfların geri kalmalarını zorunlu kılan bir atmosfer yaratıyor.” diye konuştu.

Sistem ahlakını geliştirmek ve var olan adaletsizliklerin önemli bir kısmını ortadan kaldırmak, pazarı, herkesin eşit ve adil şekilde girebileceği bir alan haline getirmek gerektiğini vurgulayan Kurtulmuş, şöyle devam etti:

“Bugün dünyanın birçok ülkesinde serbest piyasa yalanları söylenmesine rağmen piyasa, aktörler bakımından serbest bir alan değil, çoğu piyasa güçlü aktörlerin domine ettiği, tam manasıyla çoğu yerde monopol oluşturduğu birtakım düzenlenmiş, kısıtlanmış piyasa şeklinde cereyan ediyor. Eğer bir sistem ahlakından bahsedeceksek, öncelikli olarak buraya bütün aktörlerin eşit ve adil bir şekilde girişini sağlayacak ekonomik sistemi kurmak zorundayız. Bu, hem ülkelerin tek tek her birisinin içerisindeki önemli sorunlardan birisidir hem de ülkelerin içerisinde bireysel ahlakı çökerten önemli bir sistem ahlaksızlığıdır. Bu sistem ahlaksızlığı, insanların hileyle, hurdayla, karşısındakinin ayağına çelme takarak, çek ve senetlerini ödemeyerek ya da benzeri birtakım işlerle gayri ahlaki hususlarla aslında insanların birbirlerine karşı her türlü ahlaksızlığı işlemesini de mubah olarak gösteren bir husustur.”

– “Bu farklılık, dünyanın 20 yıl sonra kaldırabileceği bir farklılık değil”

Kurtulmuş, dünyada birçok ahlaksızlığın, yoksunluğun, yoksulluğun temel sebeplerinden birini, “gelir dağılımındaki adaletsizlik” şeklinde açıklarken, gelir dağılımı adaletsizliğinin, ülkeler içerisinde önemli bir toplumsal mesele ve küresel ölçekte artık dayanılamayacak bir noktaya gelen küresel felaketin habercisi olduğunun altını çizdi.

Dünya nüfusunun yüzde 0,7’sinin, bugün dünyadaki net zenginliğin yaklaşık yüzde 40’ını elde ettiğini vurgulayan Kurtulmuş, “Böyle bir dünya, sürdürülebilir bir dünya değildir. Bu kadar büyük gelir dağılımı adaletsizliklerinin olduğu bir dünya, dünya barışının sağlanabileceği bir ortamı da sunmaz.” dedi.

Başbakan Yardımcısı Kurtulmuş, şöyle devam etti:

“Kuzey Amerika, Avrupa ve Çin hariç Asya Pasifik ülkelerini kuzey ülkeleri, geri kalan 105 ülkeyi de güney ülkeleri olarak tanımlıyoruz. Her alanda aralarındaki farklılıklar açılmaktadır. İleriye dönük projeksiyonlar gösteriyor ki kuzey ülkeleri gelirlerindeki artışı devam ettireceklerdir. Önümüzdeki 20-30 yıl sonra ortaya çıkacak tabloda zengin kuzey, dünyadaki gelirden, refahtan payını çok daha fazla artırmış, ama nüfusu çok daha fazla azalmış olacaktır. Buna mukabil yoksul güney ülkeleri, Latin Amerika’nın, Asya’nın, Afrika’nın, Ortadoğu’nun o yoksul ülkeleri, giderek daha fazla yoksullaşacak, küresel kaynaklara erişimde daha kıt imkanlar karşısında kalacak, nüfusları da dünya nüfusu içerisinde oldukça artacak. Bu tablo dahi tek başına dünyadaki sistemin sürdürülemez olduğunun artık acı sinyallerini veren bir tablodur. Başka hiçbir farklılık olmasa dahi, dini, mezhebi, meşrebi, siyasi farklılıklar olmasa dahi bu farklılık, dünyanın 20 yıl sonra kaldırabileceği bir farklılık değildir.”

– “Küresel adaletsizlik, dünya için bir varoluş meselesidir”

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, küresel göç meselesi ve göçmen krizinin, dünyadaki kötü tablonun sadece bir parçası olduğunu söyledi.

Dünyanın göçmen meselesini, “ana mesele” olarak karşısına aldığını dile getiren Kurtulmuş, “Avrupa ve Batı ülkeleri 3-5 bin mülteci geldiği zaman ayakları titremeye başlıyor. Batı ülkelerinde ırkçılık siyasi bir mesele olarak yeniden canlanıyor. Halbuki herkesin gözünü açması lazım. Böyle gittiği sürece açık söylüyorum, küresel göç meselesi, dünyanın en sıkıntılı alanlarından birisi olacak. Belki konuşulan 3. dünya savaşından daha büyük küresel bir sorun olacaktır. Batı ülkeleri değil sınırlarına birtakım tel duvarlar örmek, gök kubbeyi dahi çelikten kubbelerle örseler, göçmen krizi, dalgaları karşısında hiçbir şey yapamaz duruma düşecekler, dünya bu yoksullukla devam ettiği sürece bu sorundan asla kurtulamayacaklardır.” diye konuştu.

Gelir dağılımı adaletsizliğinin, sistem ahlakı bakımından üzerinde durulması gereken önemli sorunlardan olduğunu belirten Kurtulmuş, şöyle devam etti:

“Gelir dağılımındaki dengenin, zengin, çok zengin ülkelerde dahi giderek daha çok bozulduğu bir gerçektir. Amerika, Avrupa, dolar, petrol zengini ülkelerde dahi toplumsal sınıflar arasındaki gelir dağılımı adaletsizliği fevkalade önemli bir sorun olmaya şimdiden başlamıştır. Dolayısıyla bunun üzerinde odaklanmak mecburiyetindeyiz. Ancak bu kadar vahim, önemli bir soruna bile dünyanın yaklaşımı sadece filantropi çerçevesindedir. Yani bir hayırseverlik mekanizması olarak, görünür birtakım müesseselerle bunların bir kısmı, küresel dünya bankası, İMF gibi bir takım küresel örgütlerle yardım müesseseleri, bir kısmı da mültecilere şunlara, bunlara ellerinden dökülenlerle yapacakları 3-5 kuruşluk yardım çerçevesinde bir hayırseverlik meselesi olarak görülüyor. Hayır, dünyadaki küresel adaletsizlik, hayırseverlik meselesi değil, dünya için bir varoluş meselesidir.”

– “İktisadi kalkınmanın tek başına yeterli olmadığı görüldü”

Kurtulmuş, iktisadi kalkınma meselesinin de önemli bir konu olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:

“Modern zamanlarda ekonomik faaliyetlerin ana eksenine iktisadi kalkınma konuldu. Özellikle 19. yüzyıl kapitalizminin gelişmesiyle birlikte iktisadi kalkınma ve gelişme ülkeler için önlerindeki en önemli hedef, gelişme işareti olarak görüldü. Bu iktisadi kalkınmanın öncelikle insan odaklı olmayan bir yaklaşımla ortaya konduğunu biliyoruz. Sadece zenginlik, teknolojik gelişme, ülkenin makro dengelerinin iyiye gitmesi olarak anlaşılan bir iktisadi kalkınma modeli izlendi. 1970’lere gelindiğinde sanayi kapitalizminin küresel ölçekte büyük bir kriz oluşturmasıyla birlikte, iktisadi kalkınmanın tek başına yeterli olmadığı ya da görülen iktisadi kalkınma göstergelerinin tek başına yeterli olmadığı, bunun yanına başka ilave göstergelerin de konulması gerektiği üzerinde duruldu. 70, 80, 90’lar bu anlamda iktisadı gelişmişlik endeksi olarak bugün gördüğümüz endekslerin geliştirildiği dönem oldu. Sadece milli gelirin çok olması, kişi başına tüketilen elektriğin falanca seviyede olması ya da devletin borçluluk oranlarının gayri safi milli hasılaya oranı gibi birtakım makro oranların iyi olmasının, ekonomik sistemin dengesinin iyi olmadığına ve o ekonomik sistemin gelişmişliğine işaret etmediği artık anlaşıldı.”

Sadece iktisadı kalkınmayla dünyadaki sorunları çözmenin mümkün olmadığının anlaşıldığını ifade eden Kurtulmuş, “Çünkü biz ölünce dünyanın sonu gelmiyor. Biz öldükten sonra da dünya hayatı devam edecek. Onun için burada da ciddi bir paradigma değişikliğine ihtiyacımız olduğu açıktır. Hazreti Resul’un, ‘kıyametin koptuğunu duysanız, elinizdeki fidanı dikiniz’ emri, bize tam da bu noktada, insanlığa büyük bir uyarıdır. İnsanlık çevrede, dünyada ne varsa bu iktisadi kalkınma anlayışı içinde bunu kaba, vampir bir kapitalizmin aracı olarak görmüş, çevredeki her şeyi kendi hayatında yok ederek, onları iktisadi hale getirerek, kendisinden sonraki nesillere hiçbir şey bırakmak gibi bir duygu içinde olmamıştır.” şeklinde konuştu.

Numan Kurtulmuş, “Elimizdeki ağacı kıyamet koptuğunu duysak bile dikmemizi emreden” bu anlayışın herkese, “Ey insanlar. Bu dünya babanızın malı değildir. Sizin malınız hiç değildir. Bu dünyada sizden sonra yaşayacak insanların da hakkı hukuku vardır. Evet. Dünyadan istifade edin. Refah içinde yaşamak için çalışabilirsiniz. Ama sizin refahınız için sonraki nesillerin refahını yok edemezsiniz” dediğini aktardı.

Bugün iktisadi kalkınma anlayışının gözden geçirilmesi gerektiğinin altını çizen Kurtulmuş, 1990’lı yılların ortasından itibaren iktisadi kalkınmanın, insani gelişmişlik endeksiyle, yani eğitim, sağlık ve diğer doğal kaynaklara, temiz, kullanılabilir suya erişim gibi birtakım kıstaslarla da değerlendirilmeye başlandığını anlattı.

Kurtulmuş, bu iktisadi kalkınmanın aynı zamanda insani kalkınmayla eş anlamda kullanılır hale getirilmesi gerektiğini vurgulayarak, “İnsani kalkınmanın olmadığı yerde iktisadi kalkınmanın bir anlamı olmaz. Çünkü tek başına iktisadi olarak güçlü olmak, bir mana ifade etmez. Önemli olan bir denge içerisinde bunu insani kalkınmayla birlikte ortaya koyabilmektir.” ifadelerini kullandı.

– “Güvenin yeniden tesis edilmesi lazım”

Ahlak ekonomi ilişkisi bakımından güvenin önemine işaret Kurtulmuş, şunları söyledi:

“Önemli meselelerden bir tanesi güvendir. Eskiden esnaf çarşı pazarda malını bıraktığı zaman üstüne bir örtü çeker, evine, camiye nereye gidiyorsa gider, sonra gelirdi. Kimse de dokunmazdı. Çarşıdaki pazardaki mal ortada durur kimse ona el sürmez. İnsanlar birbirine borç verir. Söz senettir diye borç verirlerdi. Sözün üstüne başka bir şey söylemeye gerek kalmaz. Bunları hepsi aslında bir iklim meselesidir. Bu iklimi kaybettiğimiz için sistem ahlakını kaybettiğimiz için insanların birbirine güveni kalmadı ve bu manada tesis edecekleri ticari ilişkiler de kalmadı ya da azaldı. Dolayısıyla bu güven meselesini de yeniden gözden geçirmemiz lazım. Güven sadece sözle olacak bir şey değildir. Bir ahlaka ihtiyaç var bu konuda. Bireysel olarak verdiği sözden hayatı pahasına dönmeyecek kadar cesur bir ahlaka sahip bireylerin olması lazım. Ama çarşıda, bedestende borcunu veremeyen adama etrafındakilerin gidip, ‘Kardeş. Borcunu niye ödeyemiyorsun?’ diye soracağı, borcunu bilerek ödemeyene karşı da o çarşının, pazarın bir sosyal boykot uygulayabileceği bir toplumsal ahlaka ihtiyacımız var.”

Kurtulmuş, güven konusunda ciddi kayıplar yaşandığının ve dünyanın en önemli sorunlarından birisinin de bu güven meselesi olduğunun altını çizerek, “İnsanların bazı ülkelerde iş dünyasında tıkır tıkır çalışmalar var, bunlar, bu işleyen iş dünyası mekanizmasını, oradaki sistemin kuvvetli şekilde ceza ve müeyyideleri ortaya koymasından kaynaklanıyor. Bizim sistemimizde, geçmişimizde, birikimimizde ise ceza ve müeyyidenin aslı sosyal cezadır, müeyyidedir. Dolayısıyla bütün bunları yeniden konuşmak, bunlar üzerinde kafa yormak durumundayız.” dedi.

(Bitti)

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?