Kansere meydan okuyanlar

ANKARA (AA) – YEŞİM SERT KARAASLAN – ERÇİN TOP – Meme, kolon, yumurtalık, bağırsak, karaciğer olmak üzere birçok kanserin ardından hayata tutunanlar, tedavi sürecinde “yaşama isteğinin ” tümörü öldüren en güçlü silah olduğunu belirtiyor.

Kanserle mücadelede, korkunun yerine sevgiyi ortaya koyarak, hastalığa kafa tutanlar, tanıdan tedaviye kadar geçen süre içerisinde uzun, zor ama kazanılan bir zaferin ardından bugün bir kez daha hayatı kucaklayabilmenin sevincini yaşıyor.

Kansere meydan okuyan Ziraat Bankası Genel Müdürlüğünde memur olarak çalışan 53 yaşındaki Levent Aydın, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 2011'de ağabeyini kolon kanserinden kaybettiğini, dedesi, babaannesi ve halasında da kanser hikayesi bulunduğunu belirtti.

Uzun süren sigara kullanımını sonlandırdıktan bir süre sonra öksürük şikayetleri ile hastaneye başvurduğunu ve yapılan bazı tetkikler sonrasında konulan KOAH tanısının ardından akciğerde leke tespit edildiğini ve daha kapsamlı test yapıldığını anlatan Aydın, “Akciğerde ve kolonda leke görünüyordu. İlk önce kolon, bir sene sonra da akciğerden ameliyat oldum. 2016'da 12 kür kemoterapi aldım. Kontrollerim devam ediyor. ” dedi.

Kanserle mücadelenin, hastalık tanısı aldıktan sonra değil hastalanmadan başlaması gerektiğini anlatan Aydın, hastalıktan korunmak için aile öyküsü olanların kontrollerini ihmal ettirmemesi gerektiğinin altını çizerek, şunları kaydetti:

“Kansere yakalananlara, tedavi sürecinde dirençli olmalarını tavsiye ediyorum. Ailede kanser hikayesi varsa kontroller yaptırılmalı. Kanser erken teşhis edildiğinde, kanserden kurtulma şansı yüksek. Ben 3-4 ay bekleseydim daha kötü bir sonuçla karşılaşabilirdim.

Aile desteği de çok önemli. Ben şanslıyım ki eşim ve çocuklarım her zaman yanımda oldu. Onlarla hayata bir kez daha bağlandım. ”

– “Tanı konulduktan sonra hemen ayağa kalkılmalı ”

Ankara Üniversitesi (AÜ) Diş Hekimliği Fakültesi Öğretim Üyesi 53 yaşındaki Prof. Dr. Funda Akaltan da kadınlarda en sık görülen kanserler içinde yer alan meme kanseriyle 2014'te tanıştığını belirterek, “Kendim buldum. Eşim de Onkoloji Hastanesi'nde anestezi uzmanı. Mamografi sonrasında teşhis konuldu. O anda bütün hayatım değişti. ” dedi.

Kanserle mücadelenin kendisinden önce ailesinde başladığını ifade eden Akaltan, “İlk dayılarım kanser olmuştu. Eşimin babası, annesi ve iki ablası kanserdi. Eşime lenfoma teşhisi konmuştu. Kanser kelimesi illet bir kelime, şu an bile kullanmaktan nefret ediyorum, kendim de doktor olmama rağmen onun yerine başka bir kelime kullanmak istiyorum. ” diye konuştu.

Akaltan, hastanın yaşama tutunması ve tedavi başarısında hekime güvenin de çok önemli olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam etti:

“Çünkü öleceğinizi düşündüğünüz anda kol kanat olan, işini çok iyi yapan bir doktor arıyorsunuz. Tümörün, çok hızlı ilerleyen bir tip olduğu belirlendi. Hekimime güvendiğim için operasyondan hiç korkmadım. Ama tanı sonrası ikinci travmam saçlarımın kesildiği gün oldu. Uzun ve çok sevdiğim saçlarım olmayacaktı. Ama hastalık, bana fiziksel görüntünün önemsiz olduğunu gösterdi. O tarihten sonra bunların önemsiz olduğunu öğrendim. Tedavi sürecinde 6 kür aldım kemoterapi aldım 4,5 ay sürdü. O süreçte iki tane doktora öğrencim mezun oldu. İlk kürün ardından raporum bittikten sonra işe gitmeye başladım. Evde oturup 'Ben ne yapacağım, ne olacağım?' düşüncesinden kurtulmaya çalıştım. ”

O dönemde Anabilim Dalı Başkanlığı görevini de üstlendiğini belirten Akaltan, “Dekanlığa aday olmuştum fakültede, ilk kadın aday bendim, ikinci turda kaybettim. Projem vardı. Eğitim projemi yürürlüğe koymak için eğitim koordinasyonluğu görevini almak istedim. O projeyi başlattım ve 3 yıldır sürdürüyorum. ” diyerek yaşadığı süreci anlattı.

Akaltan, tedavi sırasında toplu alanlara girmediğini, bu nedenle derslere de katılamadığını ancak evden işlerini yürüttüğünü ifade ederek, hayata tutunmak için işine sarıldığını söyledi.

“Sürekli hastalık düşünmekten kaçınmak için işimi kullandım ve bu beni ayakta tuttu. ” diyen Akaltan, bir yıl içinde kanser tedavisinin tamamlandığını belirtti.

Akaltan, şöyle devam etti:

“Bir sene sonra rutin kontrollerde akciğerde metastaz oldu. Evre bir denmişti ama medikal onkoloğum öyle demiyordu. Yaklaşık 6 ay akciğerdeki nodüller takip edildi. Büyüme görünce, ameliyat oldum. Bu süreçte en önemli güç insanın evladından geliyor. 'Çocuğum hep hayatında kanserle savaş gördü. Ben yaşamalıyım ve Kaan'ın güzel günlerine şahit olmalıyım.' diyordum. Size çok uzak olanlar hastalığınıza daha düşkün oluyor. Enteresan duygulara kapılıyorsunuz. İnsanların size 'sevgiyle mi acıma hissiyle mi' yaklaştığını sınıyorsunuz. Daha çok sorguluyorsunuz her şeyi.

Tanı konulduktan sonra hemen ayağa kalkarak, tedaviye başlanmalı. Çünkü, 'Nereden geldi bu başıma ve niye ben?' sorularına başlarsanız kaybedersiniz. Kısa dönemde hastalık kabul edilmeli ve ne gerekiyorsa yapılmalı. Süreç içerisinde bunu yaparken hayatı dar etmenin bir manası yok. Biraz içselleştirmeden dalga geçer gibi algılamak lazım bu hastalığı. ”

– “Bu süreçte gördüm ki ben de insan biriktirmişim ”

Kameraman Arif Gorica ise 2014'te yapılan kolonoskopi sonrasında kolon kanseri tanısı konulduğunu anlatarak, 2015'te ameliyat olduğunu söyledi. Çok sık tuvalete çıkmaya başladığında ve dışkıda kan gelmesiyle birlikte hekime başvurduğunu belirten Gorica, ilaç tedavisi aldığını ifade etti.

O süreci daha da zor kılan şeyin, aynı dönemde babasının da kanser tedavisi görmesi olduğunu aktaran Gorica, “Babam da kanserdi. İnsan yaşamayınca bilmiyor. Zor günlerdi ama hekimim 'Hiçbir şeyden vazgeçme.' dedi. Ben de her türlü zorluğa rağmen bunu yapmaya çalıştım, hayata tutundum, hep gayret ettim. ” dedi.

Gorica, babasının bir arkadaşının “Para biriktirme, insan biriktir. ” dediğini aktararak, duygularını şöyle dile getirdi:

“Bu süreçte gördüm ki ben de insan biriktirmişim. Tedavi süresince şüphesiz annemin desteği büyük oldu. Hem iş hem okul arkadaşlarım hem de komşularım çok destek oldu bana. Ben de bu zaman zarfında sağlam durdum ama arkadaşlarımın bana verdiği destek tedavimin yüzde 50'sini oluşturdu.

Doktorlarım, beni ameliyata ikna ederken, 'Hiçbir organ hayattan daha değerli değildir.' dedi. Dolayısıyla öncelikle buna karar vermemiz gerekiyor. Bir şeylerden vazgeçmek zorundayız. Hayat tarzından olabilir, günlük yaşayıştan olabilir, organdan olabilir. Ama günlük hayatta yaşamak için azimli olmalıyız. İçine kapandığın zaman, güçlü olmadığın zaman kesinlikle kötüye giden bir seyir olur. Onun için hayattan her zamankinden daha fazla zevk almaya çalışarak tedavi sürecini sürdürmek lazım. ”

– “Otokontrol sistemini kaybetmeden hayata tutunmalı insan ”

Bağırsak ve karaciğer kanseri ile mücadele eden 64 yaşındaki Reşat Kılıç da bir süre öğretmenlik yaptığını ancak daha sonra Ulaştırma Bakanlığında yönetici olarak devam ettiğini belirtti.

İlk olarak yurt dışında görevdeyken rahatsızlandığını ve Türkiye'ye döndüğünü ve yapılan tetkikler sonrasında safra kesesinde taş olduğunu ve ameliyata girdiğini anlatan Kılıç, “3-5 gün geçti ama sonra taburcu etmediler. Kanser bulgularına rastladıklarını söylediler. Oniki parmak bağırsağı kanseri olduğumu söylediler. Hayatımı kurtardılar, tedavi gördüm ancak karaciğere metastaz gerçekleşti. Tekrar tedavi süreci başladı. Bu tedaviler, sadece süreci yavaşlattı. Üçüncü bir tedavinin gerekli olduğunu belirttiler. ” diye konuştu.

Kılıç, yaklaşık iki yıl süren tedavi sürecinin ardından kanseri yendiğini belirterek, tedavi başarısında yaşama sevincinin çok önemli olduğunun altını çizdi. Mücadeleden hiç vazgeçmediğini vurgulayan Kılıç, “Benim birinci ayda psikolojim düzeldi. Kendimi hiç salmadım. Şimdi günde 5 kilometre koşabiliyorum, spor yapıyorum. Dökülen saçlarım çıktı. Otokontrol sistemini kaybetmeden hayata tutunmalı insan. Bugün hastalığa tekrar yakalanmış olsam, belki tedavi görmeden bile becerebileceğimi düşünüyorum. ” ifadesini kullandı.

– “Başından beri yeneceğime inandım ”

ALO 170 hattında görevli 29 yaşındaki Damla Eser Koçyılmaz ise yumurtalık kanseri tanısı aldığı dönemde Türk Hava Kurumunda çalıştığını söyledi.

Koçyılmaz, 2014'te tanı konulduğunu, karnında sertleşme hissettiğini ancak sürekli spor yaptığından dolayı karnındaki sertleşmeyi kas olarak yorumladığını aktardı.

Evlilik hazırlığı yaptığı bir dönemde bu şikayetlerin geçmemesi üzerine karnını kardeşine gösterdiğini ve kardeşinin bu sertliğin normal görünmediğini ama üzerinde durmadığını ifade eden Koçyılmaz, şunları kaydetti:

“Mayıs ayında düğünüm oldu. İki ay sonra eşimin doğum günü için hazırlık yaptığım bir akşamdı ama ben hastaneye gitmek istedim. Gittik ancak gaz olduğu söylendi. Ben 'inanmıyorum' dedim ve başka hastaneye gittik. Orada da doktor hamile olduğumu söyledi ve gerçekten hamileydim. Bir doktor tomogrofi istedi. Tomografide kitle gözlendi. Acil alınması gerektiği belirtildi. Ameliyata girdim. Patolojide genç dönem yumurtalık kanseri olduğumu öğrendim. Sonrasında kemoterapi süreci başladı ve 4 ay sürdü. Hiçbir organımda metastaz yoktu, sadece yumurtalığımdaydı.

Hayatım boyunca hep kanser olmaktan korktum, korktuğum da başıma geldi. Ama çok büyük tepki göstermedim. Soğuk kanlıydım. Herkes nasıl bu kadar pozitif olabildiğimi soruyordu. Çünkü, başından beri yeneceğime inandım. Kemoterapi döneminde yemek yiyemesem bile kendimi zorladım. Kendimi hep dirençli tutmaya çalıştım. Ailem ve eşim her zaman destek oldu bana. Onlar olmasaydı daha zor olurdu her şey. ”

Lösemi tedavisi gören 34 yaşındaki Nilgün Ulaşır, yaklaşık 18 yıldır aşçı eğitmenliği yaptığını söyledi. Bir süre Dışişleri Bakanlığında da aşçı olarak görev yaptığını anlatan Ulaşır, “Hem köşke bağlı hem de o zamanki cumhurbaşkanımızın ve onun yeğeninin özel aşçısıydım. Sağlık problemleri yaşamaya başladığımda ayrılmak zorunda kaldım. ” dedi.

Ulaşır, bayılma şikayetleri sonrasında kendini sürekli halsiz hissetmeye başladığını dile getirerek, sürece ilişkin şunları anlattı:

“Çalışırken bayılmam sonucu, arkadaşlarım beni hastaneye götürdü. Hastanede, lösemi başlangıcı değerlendirmesi yapıldı. Babam akciğer kanserinden vefat etti. Babamın vefatından 2 ay sonra bende de bu hastalık çıktı. Yoğun tempo, aşırı şekilde stres ve üzüntü benim hastalığımı tetikledi. Bu hastalık bende belirtilerini gösterip de hastalık teşhisi ilk konduğunda ilk aklıma gelen babam ve babamın vermediği çaba oldu. Arkasında bizleri bıraktı ve bizlerin yaşadığı acı oldu.

Benim iki çocuğum vardı ve ben iki çocuğuma bakarak destek aldım. Mücadele ettim, 2 yıl boyunca tedavilerime kendim gittim. İlk başlarda 'lösemi' dendi, ondan sonra 'lenfoma' dendi, 'ilik kanseri' dendi. Çok aşamalardan geçtim ve artık hastaneye gitmek istemiyordum. Yani 'bırakın tedaviyi' diyordum, bir ara hatta o kadar bunaldım ki tedaviyi bıraktım. Ondan sonra zaten yataklara düştüm. İşte o anda, eşim ve çocuklarım vardı yanımda. Onların çabalarını gördükçe ayakta kaldım. ”

Annesinin Eskişehir'den desteğe geldiğini ve bir süre sonra da tedaviye orada devam edildiğini dile getiren Ulaşır, “Ben hastalığı sildim, yendim. Bunun en büyük nedeni benim azmim ve çocuklarım oldu. ” dedi.

Ulaşır, şu anda sağlık durumunun gayet iyi olduğunu ve hayata bıraktığı yerden devam ettiğini belirterek, “Hastalığı yenmenin püf noktası insanın kendisiyle savaşması. Bu hastalığa yakalanan herkesin bence, bir umudu var. Yani kurtulma umudu var, 'kurtulmayacağım' diye bir şey yok. Tavana bakıp 'Azrail ne zaman gelecek?' diye beklediğim de oldu. 'İnsan ölümünü bekler mi?' O hastalık devresinde beklediğim de oldu. Ama hiç kimse, hiçbir zaman hayat mücadelesini bırakmamalı. Çünkü, yaşamak için o kadar çok sebep var ki. İnsan yaşamak isterse o sebepleri kendisi yaratabilir. ” diye konuştu.

– “Ben, bunu yenebileceğimi düşünüyordum ”

İçişleri Bakanlığı'nda VIP salonu sorumlusu olarak görev yapan Füsun Topal da 47 yaşında meme kanserini yendiğini, 2015'te tanı konulduğunu belirterek, tanıdan tedaviye kadar zor bir süreç geçirdiğini söyledi.

Teşhis ve tedavinin yaklaşık bir yıl sürdüğünü belirten Topal, yaşadığı süreci şöyle anlattı:

“Moral, motivasyon, arkadaşlarım, eşim ve dostlarımla güçlendim. Saçlarım dökülmeye başladığında annem destek olmak için kendi saçlarını kesti. Çok duygulanmıştım. Bir arkadaşım vardı, saçlarımı sıfıra vurduğumuz zaman, gelir gider öperdi. Şimdi saçlarım var.

Moralinizin çok düzgün olması gerekiyor. Eşim, dostum, arkadaşlarım o konuda bana o kadar çok destek oldu ki çok rahat ve kolaylıkla atlattım. Ben çok mücadeleciyim. Moral, motivasyon çok önemli. Ben, bunu yenebileceğimi düşünüyordum. Çok güçlü bir insan olduğumu da düşünüyorum, ayaklarımın üstünde durmak için elimden geleni de yapıyorum. Güçlüyüm. Çocuğum, annem, babam bu süreçte çok büyük destekçimdi. O konularda gerçekten hiç yalnız bırakmadılar beni. Her zaman yanımdalardı. ”

Topal, hastalığın öncelikle kabullenilmeden mücadele edilemeyeceğinin altını çizerek, bu süreçte kimsenin moralini bozmaması, kanserin atlatılabilecek bir şey olduğunu düşünerek yola devam edilmesi gerektiğini vurguladı.

– “Tedavi sürecimi çalışma hayatıma hiç yansıtmadım ”

Cilt kanserini yenen 52 yaşındaki Nurhan Oto ise ODTÜ İnşaat Mühendisliği bölümü mezunu olduğunu ve 2009'dan bu yana Esenboğa Havalimanı'nda başmüdür yardımcısı olarak çalıştığını söyledi.

Kanserle mücadele sürecinin 1999'da başladığını belirten Oto, 1,5 yıl süren tedavinin ardından çalışma hayatına geri döndüğünü anlatarak, şunları aktardı:

“Yıllık kontrollerle 2007 yılına kadar geldim ve onkoloji dosyamı kapatarak normal bir insan gibi kontrollerimi yaptırdım. 2011 yılına geldim atladık. 2012 başlarında tekrar şüphelendiğim nodüller oldu. Malign melanom teşhisi konuldu. Kemoterapiye başlandı. Çok ağır bir süreçti ama 6 kür kemoterapiden sonra iyi sonuçlar alındı. 2013 sonlarına doğru tekrar oluşumlar belirlenince başka ilaçlar denendi. Bu süreçlerde çalışma hayatıma devam ettim. Tedavi sürecimi çalışma hayatıma hiç yansıtmadım. İş yerimdeki arkadaşlarımın hepsinin desteğini gördüm. ”

Oto, başka tümörlerin de tespit edildiğini anlatarak, yeni bir ilaç tedavisine alındığını söyledi. İki yıl boyunca ilaç tedavisi gördüğünü ifade eden Oto, “İki yıl kullandıktan sonra tam kür sağlanarak tedavi sürecim sonlandırıldı. Hiçbir zaman kendimi hasta olarak hissetmedim, her zaman çalışma hayatının içinde oldum, bireysel anlamda her türlü tedbiri de elden bırakmadım. ” dedi.

Oto, kendisi gibi kanserle mücadele edenlere seslenerek, “Hastaların onkologlarına güvenmesi çok önemli. Ailelerinden kopmasınlar, soyutlanmasınlar kendilerini. Çevrelerinde bazı olumsuz kişiler de olacaktır, onlara kafayı takmasınlar. ” tavsiyelerinde bulundu.

– “Hayata pozitif bakmak biraz insana destek veren bir şey ”

Beden eğitimi öğretmeni 40 yaşındaki Derya Turan da meme kanseri ile mücadele ettiğini belirterek, teşhisin 2014'te konulduğunu söyledi. Kemoterapi ve radyoterapiyle geçen bir yılın ardından tekrar iş hayatına döndüğünü anlatan Turan, ilk önce ameliyat olduğunu ve memesinin tamamının alınarak, tümörün temizlendiğini dile getirdi.

Turan, tedavisinin tamamlanmasının ardında kontrollerle hayatına devam ettiğini belirterek, şunları dile getirdi:

“Biri 2 yaşında ve çocuğumun memeyi yeni bıraktığı süreçti. Tesadüfen kitle elime geldi. O zaman herkes kistin sütle ilgili olduğunu söyledi. Ben, doktora gitmek istedim. Mamografi çekildi, ultrason ile bakıldı. Kitlenin olumsuz olduğu ortaya çıktı. O an inanamıyorsunuz. Çünkü, çok gençsiniz, 2 küçücük çocuğunuz var. Her şeyden önce onlar öncelikli olarak aklınıza geliyor. Patoloji alındı, sonucu olumsuz çıktı. Doktorum 'ameliyat olacaksın' dedi. İlk olarak 'Hocam ne zaman çıkacağım, çocuklarım bensiz uyuyamaz.' dedim.

Kanser beni çok yıpratmadı. Çünkü, 'olamaz' yerine 'olabilir' diyerek kabullenmeye çalıştım. Kemoterapi sürecini ağır geçirdim, saçlarım tamamen döküldü. O dökülme tarif edilemez bir travma aslında. Belki de çocukların olması hem beni dik tutuyor, 'çocuklarım var, ayakta durmak zorundayım' diyordum hem de onlara yetememek insanı çok yıpratıyordu. Belki de çocukların olması o süreci daha ağır yaşamamı sağladı. Ama baktığın zaman şimdi bile severken şifa kaynaklarım diyorum. Benim o hastalıktaki maneviyat kaynağımı çocuklarım sağladı ailemle beraber. ”

Tanıdan tedaviye kadar geçen sürecin hayata bakışını da çok değiştirdiğini dile getiren Turan, “Yeniden doğma gibi değil ama hayata bambaşka bir çerçeveden bakmayı öğreniyorsunuz. Şimdi hayat benim için ne kadar zorlukları da olsa Yaradana teşekkür ediyorum. ” dedi.

Turan, eşinin ve ailesinin kendisine büyük destek verdiğini aktararak, “Eşim de bana çok büyük destekti, hiç ama hiç bırakmadı, ailem de öyle. İnsanın öncelikle kendisini sevmesi ve değer vermesi gerekiyor. ” diye konuştu.

Hayata her zaman pozitif bakılması gerektiği değerlendirmesinde bulunan Turan, “Hayata pozitif bakmak biraz insana destek veren bir şey. Pozitif bakmak lazım. Kanser de olabiliriz ama tedavi süreci var, sonuçta doktorlar ne söylerse onu bir şekilde yapıp bir şekilde kurtulabiliyoruz. ” değerlendirmesinde bulundu.

– “Bir gün bile öleceğim aklıma gelmedi ”

Eczacı Mehmet Eryılmaz da mide kanseri ile savaştığını ifade ederek, 1997 yılında başlayan hastalığıyla ilgili sürece ilişkin şu bilgileri verdi:

“Kız kardeşim tıp fakültesinden yeni mezun olmuştu. Profesörden randevu aldı ve hemen endoskopi yapıldı, kanser teşhisi konuldu. O zaman küçük de bir kızım vardı. 'Herkesin başına gelebilir.' dedim. Ne panik oldum, ne üzüntü duydum, normal karşıladım hastalığı. MHP lideri Alparslan Türkeş'in öldüğü gün ameliyat oldum. Dikkatli yaşayan, disiplinli bir insanım, her şeyim düzenlidir benim. Yaklaşık 4 ay boyunca kemoterapi aldım, iyileştim.

Aradan bir süre geçti. Sabahları gelmeden namazımı kılarım. Namazımı kılarken, 'Allah'ım yarın ne olacağımız belli değil, hayırlı işler ver, sağlık ver.' dedim, kalktım. Çok büyük bir sancıyla yüz yüze kaldım namazdan sonra. Ağrı eşiğim çok yüksektir normalde ama bu ağrı beni bitirdi. Acile başvurduk, bağırsak kendi çevresinde düğümlenmeye başlanmış, ameliyata aldılar. Ameliyat başarısız geçti. Bir hafta sonra ameliyat yeri patladı. Ağızdan beslenme yasaklandı. 15 gün arayla beni ameliyat ettiler. Vücudumda delikler açıldı. Aylar böyle geçti. 85 kilo girdiğim hastanede yaşam sınırı olan 40 kiloya düştüm. Bağırsaklarımı dışarıya aldılar. 15 gün dinlendirdiler. Her seferinde 10-15 santimetre kestiler bağırsaklarımdan. Karnımda kocaman bir delik oluştu. Boyundan damar içi beslenme sıvısı verildi. ”

Yaşama isteğini asla kaybetmediğinin altını çizen Eryılmaz, nefes almakta bile zorlandığı bir süreç geçirdiğini anlatan Eryılmaz, tekrar ameliyat olduğunu ve ölümle yaşam arasında gidip geldiğini ama hayata döndüğünü ifade etti. Güçlü bir yapısı olduğunu ve bu süreçte de asla mücadeleden vazgeçmediğinin altını çizen Eryılmaz, “Ben çok güçlü bir insanım. Allah, beni hayatta tutuyor. Ben hep 'buradan kurtulacağım' dedim. İnanın bir gün bile öleceğim aklıma gelmedi. ” dedi.

Eryılmaz, yaklaşık 20'ye yakın ameliyat olduğunu belirterek, “Hastalara tavsiyem, herkes yaşayabilir bunu. Anormal bir şey gördüğünüzde doktora hemen başvurulmalı, inanç kaybedilmemeli ve moral yüksek tutulmalı. ” diye konuştu.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?