GÖRÜŞ – Suudi Arabistan Trump’a güvenebilir mi?

İSTANBUL (AA) -MEHMET RAKİPOĞLU- Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanı Donald Trump’ın beklenmedik ve rasyonel olmayan hamleleri, geleneksel uluslararası ilişkiler ittifaklar mefhumunu yerle bir etti. Başkanlık seçimleri boyunca kullandığı söyleme bakılacak olursa, Trump’ın yeni bir dünya düzeni kurma planı olduğu görülmekte. “Amerika’yı yeniden büyük yap” veya “Amerika’yı yeniden harika yap” diye tercüme edebileceğimiz “Make America great again” sloganı aslında bu dünya düzenin ilk işaretçisiydi. Ayrıca Trump’ın selefi Obama’yı şiddetle eleştirmesi de söz konusu yeni dünya düzenini inşa etmenin bir parçası olarak görülebilir.

Trump başkanlık seçimleri boyunca mültecilere yönelik ırkçı söylemler geliştirirken bazı ülkelere yönelik de ağır söylemlerde bulunmuştu. Söz konusu söylemlerden ABD’nin geleneksel müttefikleri olan Körfez ülkeleri de nasibini almıştı. Trump “Borcumuzu Körfez ülkeleri ödeyecek. Onlar bizsiz yoklar” ifadelerini kullanırken, söz konusu söylemler, Körfez’de soğuk duş etkisi meydana getirmişti. Gerek Wikileaks belgelerinin basına sızması sonucu gerekse çeşitli medya organlarının yaptığı haberler, Körfez ülkelerinin seçimler boyunca Hillary Clinton’ı desteklediklerini ortaya çıkarmıştı. Dolayısıyla Körfez ülkeleri gerek destekledikleri adayın kazanamaması gerekse kendilerine yönelik beklenmedik söylemlerle iktidara gelen bir ABD başkanıyla karşı karşıya gelmişti. Trump söylem bazında Körfez’i kaygılandırsa da selefi Obama eylem bazında Körfez ülkelerinin endişelerini hadsafhaya çıkarmıştı. Suudi Arabistan Obama döneminde ABD’ye güvenilmemesi gerektiğini anlamıştı.

– Obama’dan Körfez’e ders: ABD’ye güven olmaz

Barack Obama dönemi ABD dış politikası, başkanın demokrat olması hasebiyle, daha çok müdahalecilikten uzak olmuştu. Obama ve ekibi daha çok uluslararası hukuk, insan hakları gibi yumuşak güçle yakından alakalı unsurları siyasete alet ederek, ABD’nin uluslararası sistemdeki pozisyonunu değiştirmeye yönelik ilk adımları atmıştı. Diğer bir deyişle Obama dönemi ABD, gerek Ortadoğu’dan gerekse dünya siyasetinden bir hayli geri çekilmişti.

Arap ayaklanmaları süresince Washington’ın takip ettiği politika da Riyad’ın ABD’ye olan güvenini sarsmıştı. Mübarek gibi uzun süredir müttefiki olan bir diktatörün iktidardan gitmesine göz yuman ABD, gerekirse Körfez’deki monarşilerin demokrasiye geçişine ve iktidardaki monarşilerin devrilmesine de göz yumabilirdi. Genelde Körfez’in özelde ise Suudi Arabistan’ın bu kaygısı, ABD’nin grand stratejisindeki değişiklikle daha da şiddetlendi. Obama döneminde Irak’tan askeri olarak çekilmeye başlayan Washington için Ortadoğu, daha çok “uzaktan dengelenecek” bir bölge olarak görüldü. Bu durum en çok ABD’ye güvenlik konusunda son derece bağımlı olan ülkeleri ciddi şekilde kaygılandırmıştı. ABD’nin güvenlik şemsiyesi olmaksızın Ortadoğu’da varlıklarını sürdürmesi neredeyse imkansız olarak görülen Körfez ülkeleri (özellikle Suudi Arabistan), Obama’nın söz konusu politikasından memnun değildi. Üst düzey Suudi yetkililer söz konusu rahatsızlığı defalarca dile getirmiş, Obama yönetiminin insiyatif alıp bölgesel gelişmelere kayıtsız kalmamasını ve aktif müdahil olmasını açıkça deklare etmişlerdi. Fakat Obama yönetimi askeri müdahale gibi seçeneklerden uzak durdu. Suudi Arabistan özellikle Suriye bağlamında Obama’nın çok geç olmadan müdahil olmasını istemişti. Suriye’de kimyasal silah kullanılması durumunda “kırmızı çizgileri”nin ihlal edileceğini ve askeri müdahalenin mümkün olabileceğini söyleyen Obama, Guta ve diğer birçok şehirde sivillere yönelik kimyasal saldırılar olmasına ve uluslararası toplum tarafından bu saldırılar teyit edilmesine rağmen herhangi bir adım atmadı. Dolayısıyla Riyad yönetimi ABD’ye olan güvenini yitirdi.

Öte yandan ABD’nin Suudi Arabistan’ın 1979’dan beri bölgesel rekabet içinde olduğu İran’a yönelik politikası da Riyad’ın Washington’a bakışını tamamen değiştirdi. Nitekim Obama döneminde İran ile P5+1 anlaşması imzalanmış ve İran “normal” bir Ortadoğu ülkesi olmak yolunda önemli adımlar atmaya başlamıştı. Artık el-Suud ailesi ve Suudi yöneticiler İran’ı uluslararası sisteme entegre etmeye çalışan ve Tahran’ı şer ekseninde görmeyen bir yönetimle karşı karşıyaydı. Obama döneminde Suudi Arabistan ABD’ye güvenmemesi gerektiğini anlamıştı. 11 Eylül saldırıları ile zedelenen, ABD’nin Irak işgaliyle çatlamaya başlayan ABD- Suudi Arabistan ittifakı Obama döneminde derinden sarsılmıştı.

– Trump’ın Riyad’a biçtiği rol

Trump iktidarıyla ise ikili ilişkilerdeki yaralar sarılmaya başlanmıştı. İlk yurtdışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yapan Trump, İran karşıtı söylemleriyle Arabistan için umut ışığı olarak görülmüştü. Trump’ın politik tavırları Suudi Arabistan’ın (her ne kadar şu an için iyi ilişkilere sahip olsalar da) ABD’ye güvenmemesi gerektiğini ortaya koyuyor. Nitekim Trump dönemi Washington’ın politikaları uluslararası sistemdeki güç dağılımını sarstı. Göreceli güç artırımına giden Trump yönetimi, uluslararası sistemdeki diğer aktörlerin ABD’ye bakışını da etkiledi. Bu noktada Trump yönetiminin Çin, Rusya, Almanya, Fransa, İran, Türkiye gibi ülkelere başlattığı ekonomik savaş, söz konusu ülkeler tarafından saldırgan bir tavır olarak okunabilir ve uluslararası sistemdeki ABD müttefiklerinin kaygılarını artırabilir. Bu bağlamda, Suudi Arabistan ABD’yi karşısına almadan Çin ve Rusya gibi ülkelerle yakınlaşarak Washington’a olan bağımlılığını azaltabilir. Trump’ın ABD’yi bir şirket gibi yönetme istediğinin aşikar oluşu, müttefikleri ve uluslararası aktörlerle yaşadığı problemler, Riyad’ın devlet aklıyla hareket etmesini gerektiriyor. Trump döneminde, ABD’nin yıllardır “stratejik ortağı” olarak tanımladığı Türkiye ile olan ilişkilerinin birçok boyuttan krizlerle karşılaşması, ABD’nin yıllardır geleneksel müttefiği olan Riyad’ın da krizlerle karşılaşabileceğini gösteriyor.

Arabistan’ın de facto lideri birinci veliaht ve savunma bakanı Muhammed bin Selman ile Trump ve damadı Kushner’in güçlü bağlara sahip olduğu biliniyordu. Fakat Selman’ın Washington’dan (Kushner’dan uzaklaşarak) bağımsız hareket etmeye çalıştığı, dolayısıyla da Trump’ın Riyad yönetimini cezalandırabileceği düşünebilir. Söz konusu cezalandırmanın Türkiye veya İran ile ABD’nin yaşadığı kriz derecesinde olmayacağı söylenebilir. “ABD Suriye’ye yönelik yıllık 230 milyon dolarlık saçma kalkınma ödemesini sonlandırdı. Suudi Arabistan ve Ortadoğu’daki diğer zengin ülkeler ABD yerine ödeme yapacaklar” şeklinde açıklamalar yapması, Trump’ın gerekirse Suudi Arabistan’ın imajını zedeleyeceğini ve Riyad’ı bir banka olarak kullanabileceğini göstermektedir. Bu durum da Riyad’ın ABD’ye güvenmemesi gerektiğini ortaya koyuyor. Arabistan’ın ABD’yi dengeleyecek aktörlerle yakınlaşması da söz konusu. Artık sadece ABD’ye endeksli bir dış politika izlemek zorunda olmayan Riyad, aktör çeşitlendirerek Trump’a güvenmemesi gerektiğini anladığını gösteriyor. Nitekim Kral Abdullah’ın veliahtlık döneminden itibaren başlatılan, ABD’ye olan bağımlılığı azaltma ve dış politikada aktör çeşitliliğine gitme politikası halen sürdürülüyor. Suriye müdahalesiyle bölgesel etkinliği artan Rusya ile Körfez ülkelerinin yakınlaşması, ekonomik olarak gittikçe güçlenen ve Ortadoğu’da aktif rol almaya çalışan Çin’in Körfez ile gittikçe sağlam ilişkiler inşa etmesi Riyad’ın elini güçlendirdi.

Suudi Arabistan’a yönelik Trump’ın söylemleri ve hamleleri düşünülecek olursa, Riyad’ın Trump’a güvenmemesi gerektiği kolaylıkla söylenebilir. Trump’ın hiyerarşik ilişki türünü benimsemiş olması ve bunu sıklıkla dile getirmesi ve Suudi Arabistan’ı ve Körfez ülkelerini “sağımlık inek” olarak görmesi de Riyad’ı rahatsız etmektedir. Öte yandan Trump’ın azlinin konuşulduğu ve akıl sağlığıyla ilgili raporların ortaya konulduğu konjonktürde Suudi Arabistan’ın Trump’a güvenmemesi daha rasyoneldir. Uluslararası ilişkiler literatüründe ilişkiler güven üzerinden değil, çıkar üzerinden kurulur. Bu noktada Riyad yönetiminin de Trumplı bir Washington’a soru işaretleriyle yaklaşması elzemdir. Zaten 2015 sonrası pro-aktif bir dış politika izleyen Riyad yönetimi, eleştirel bir dil kullanan ve hiyerarşik pozisyon alan ülkelere yönelik sert adımlar atmıştı. Bu noktada Almanya, İsveç ve Kanada ile yaşanan krizler bu minvalde okunabilir. Ayrıca gerek Katar krizi gerekse Yemen politikasında Suudi Arabistan’ın Trump yönetiminden beklediği desteği alamaması da, tek sesli olmayan Washington yönetimiyle karşı karşıya olan Riyad’ın Trump’a güvenmemesi gerektiğini ortaya koyuyor. Dolayısıyla Trump’ın yeni dünya düzenindeki Suudi Arabistan’a bakışı ve Riyad’a biçtiği rol, Suudi Arabistan’ın neden Trump’a güvenmemesi gerektiğini açıklıyor.

[Mehmet Rakipoğlu Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde doktora çalışmasına devam etmektedir]

“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?