FETÖ’nün “çatı iddianamesi” mahkemeye gönderildi (4)

ANKARA (AA) – Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının, Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile ilgili “çatı iddianamesinde”, Türkiye’de geçmişteki bütün siyasi iktidarların, muhalefetin, diğer dini cemaatlerin, kamu ve sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, ordunun, kısaca toplumun her kesiminin, el birliğiyle Fetullahçı Terör Örgütü’nün büyümesinden ve kadrolaşmasından sorumlu olduğu bildirildi. Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen iddianamede, terör örgütünün, kamuoyu önünde 17 Aralık 2013’ten itibaren kendini topluma karşı savunduğu ve örgütün genel savunmasını yaptığı belirtildi. Bu savunmanın, “örgütün suç işlemediği ve kötü bir şey yapmadığı” teması üzerine kurulduğuna işaret edilen iddianamede, örgütün, “Fetullah Gülen’e düşünce ve inancından dolayı çeşitli çevrelerce husumet, kin ve nefret beslendiği, suçlu ilan edilerek hakkında kamuoyunda suç işlediği algısı oluşturulduğu ve linç kampanyası başlatıldığı”, “soyut iddiaların suç gibi ileri sürüldüğü”, “Gülen’in din görevlisi, vaiz, imam hatip, Kuran kursu öğretmenliği yapmış bir din alimi ve ülkede sevilen, sayılan mütefekkir bir kimse olduğu, memleketin kalkınması için devletin yanında yer aldığı, eğitim seferberliği başlattığı”, “toplumun değişik kesimleri ile diyalog, hoşgörü ve uzlaşma çerçevesinde bir araya geldiği, ülke yararına işler gerçekleştirdiğini” ileri sürdükleri kaydedildi. Örgütün, “Gülen’e nesnel olguya dayanmadan suçlar isnat edildiğini”, “Gülen cemaatinin sivil bir örgütlenme olduğunu”, “devlete paralel yapı kesinlikle oluşturulmadığını”, “devlet içerisinde örgütlenme, anayasal düzeni ihlal, hükümeti devirme gibi bir amacı olmadığı, dini, hayri bir kuruma, okullarına iftira edildiğini”, “ileride demokratik bir yönetime geçildiğinde asıl bu soruşturmaları yapanların yargılanacağını”, “Paralel Devlet Yapılanması ya da Fetullahçı Paralel Yapılanma Terör Örgütü adı ile yeni bir terör örgütü ihdas edildiğini” ileri sürdükleri aktarılan iddianamede, şöyle denildi: “FETÖ, bu genel savunma ile yetinmeyerek basın yayın üzerinden algı oluşturmak için faaliyetlerine devam etmiş, örgüte yönelik soruşturmaları etkilemek için elinden gelen bütün gayreti göstermiştir. Adli veya idari soruşturmada görev alan kamu görevlilerini tehdit, aşağılama, hakaret iftira ve el altından dedikodu çıkararak yıpratmaya çalışmıştır. Fetullah Gülen, 17 Aralık 2013 sonrasında yaptığı ilk açıklamada beddua etmiştir. Beddua etmek, bu olayları açıklamaya mantıklı bir cevap olmamıştır.

Hukuken kabul edilebilir, mantıklı ve makul bir değerlendirme yerine, beddua etmeyi seçen örgüt lideri, böylece hareketleriyle başarılı olmayan operasyonu gerçekleştiren kamu görevlileri ile organik bağını da ikrar ederek ortaya koymuştur. Fetullah Gülen, tedbir olarak daima her şeyi inkarı tercih etmiştir. Fetullah Gülen, önceki davada da örgütün elindeki okullar, şirketler ve diğer faaliyetlerle ilgili bilgisi olmadığını savunmuş, örgütün elindeki imkanları inkar ederek, irtibatı olmadığını iddia ederek akla ziyan savunma yapmıştır. Din adamı kisvesine aykırı şekilde açıkça inkara başvurmakta ve kendince tedbir uygulamaktadır.

Türkiye’de yapılan her soruşturma ve örgüte yönelik adli işlemde canı yanarak psikopat tepkiler vermiş, tehditler savurmuş ve hakaret etmiş, soruşturmalara ilgisiz kalamamış, gerçeği gizlediği ortaya çıkmıştır. Fetullah Gülen, örgütün her fiilinden, her faaliyetinden haberdardır ve örgütü totaliter ve otoriter bir dikta şeklinde yönetmektedir.” – “Terör örgütleri, yaptıklarının kötü olduğunu kabul etmez” İddianamede, FETÖ üyelerinin bazılarınınsa Gülen’in kullanıldığını, gerçekten onun fikirleri ile hareketin yönetilmediğini, birilerinin onu kandırdığını, derin yapıların tahakkümü altında bulunduğunu, esir olduğunu, yapılanlara onun onay vermesinin mümkün olmadığını, bu işte bir terslik olduğunu iddia ettiklerine yer verilerek, şunlar kaydedildi: “Örgütün savunduğu bu görüşlerin ve iddiaların aslı, esası yoktur. Fetullah Gülen ve cemaati, Türkiye Devletini ele geçirip, perde gerisinden yönetebilmek için silahlı, organize, sistematik kamu gücünü kullanarak gerçek bir darbeye başvurmuş ve başaramadığı için suçüstü yakalanmıştır. Türkiye Devleti ve milletinin bu örgüte ve onun sahte sözde hizmetine asla ihtiyacı yoktur, ‘hizmet’ denen muğlak şeylerin ülkeye şimdiye kadar en ufak bir faydası da dokunmamıştır. Terör örgütleri ve onların öğretisi ile aldatılan terör eylemcileri, yaptıklarının kötü olduğunu kabul etmez. Terör eylemcileri ve örgütler, kendilerini yaptıkları her işte haklı görür. Siyasal düzeni, kötü, kokuşmuş olduğundan ortadan kaldırmak istediklerini, topluma faydalı bir iş yaptıklarını, bu sebeple kendilerinin suçlu olmadığını savunurlar.

Asıl suçlunun kendilerini yargılayan toplum, hakim ve savcılar olduğunu iddia ederler. Yargılama sırasında güçlük çıkarmak için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Duruşma düzenini bozmaya çalışırlar. Kendilerini yargılayan devletin, hukuk sistemi ve mahkemelerini tanımadıklarını ifade ederler. Yargılamayı ve soruşturmayı siyasal görüşlerini empoze etmek için bir fırsat olarak görürler. Yargılama sırasında dikkati çekmek için örgütlü olarak hareket edip eylem yaparlar. Fetullah Gülen, örgüt lideri olarak hayatında hiçbir zaman kötü yaptığı hiçbir şey sebebi ile pişmanlık duymamış, özür dilememiştir. Örgütlenme de hiçbir zaman hatasını kabul edip hiçbir konuda kamuoyundan özür dilememiştir.” İddianamede, FETÖ’yü yaklaşık 300 kişilik dar kadronun yönettiği belirtilerek, bunlardan özellikle her konuda örgüte fonksiyonel hakimiyeti bulunanlar ve haklarında çeşitli haberler çıkıp deşifre olanların ülkeden ayrılıp yurt dışına kaçtığı ifade edildi. – “FETÖ’nün kuruluşu” İddianamenin “FETÖ’nün Kuruluşu, Genişlemesi ve Kadrolaşması” başlıklı bölümünde de Türkiye’de 1950 sonrasında kırsaldan şehre göç yaşandığı, göçenlerin, şehirlerin çevresinde çoğalan gecekondularda hayatını sürdüren yoksullardan oluştuğu, devletin, bu yeni sosyal yapının ihtiyaçlarını karşılayamadığı vurgulanarak, “Özellikle şehirlere okumak için gelenlerden oluşan öğrencilerle ilgilenmek, onlara barınacak yer, yurt sağlamak, bu gençliğin ideolojik radikal sol görüşlere kaymaması için tedbir almak üzere Fetullah Gülen ve yanındakiler harekete geçmişlerdir. Hizmet hareketinin kuruluş gayesi bu amaçlardan ibarettir. Hareket zamanla yetiştirdiği gençlikle ilgisini kesmemiş, onları amacına yönlendirmek üzere kontrol altında tutmuştur.” denildi. Devletin, siyasallaşmış İslami çevrelerle 1970’lerden sonra organik ilişki kurduğu, onu kendi stratejik yedeğine almaya çalıştığı aktarılan iddianamede, Fetullah Gülen hareketinin, bu politikanın ürünü olduğuna değinildi. İddianamede, cemaatin örgüt olarak gelişiminin 3 aşamada incelenebileceği kaydedilerek, şunlar bildirildi: “İlk aşama, 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar süren Işık Evleri ve dershaneler üzerinden yürütülen sızarak kadrolaşma hareketidir. Cemaat, bu dönemde içe kapanık vaziyette kamu kurumlarında kadrolarını arttırmak, kamu kurumuna yeni yeni sızmak ve tabanda kadro oluşturmakla meşguldür. Ekonomik kaynak bakımından klasik, geleneksel yöntemler kullanılmakta, zengin, hali vakti yerinde kimselerden alınan yardım ve geleneksel şekilde toplanan para ile işler çekip çevrilmektedir. 12 Eylül 1980 askeri darbesinden hemen sonra Türkiye’de serbest pazar ekonomisine geçilmesi, liberal politikaların uygulanması ile liberalizme uygun hoca profili olarak Gülen ve cemaati kendini göstermiştir. ‘Milli, yerli, İslam’ fikrini güncelleyip ‘devletçi’ rota izleyerek örgüt, ikinci aşamada okullaşma ve kamu kurumlarındaki kadrolaşma hareketini tamamlamıştır. Bu dönemin ikinci yarısı, aynı zamanda cemaatin yurt dışına açıldığı dönem olmuştur. Eğitim faaliyetlerini öne alarak diğer faaliyetlerini gizleyip cemaatin her kuruma yerleştiği süreçtir. Kitlesel şekilde kamu kurumlarında kadrolaşma başlamıştır. Ekonomik kaynak bakımından artık şirketleşen ve şirketleri bağlayan holdinglere dönüşen cemaat, banka kurmuş, eğitim alanı yanında sağlık, finans, taşımacılık, basın yayın gibi alanlarda da faaliyetlere başlamıştır.”

“Cemaatin, korkunç bir deve dönüşmesi ve terörizme giden üçüncü aşaması, 28 Şubat 1997 postmodern darbe vakasından sonradır.” ifadesi kullanılan iddianamede, şu değerlendirmelerde bulunuldu:

“Bu evrede Fetullah Gülen yurt dışına kaçmış, cemaatin söylemi değişmiş, evrensel, küresel ifadeleri kullanmaya başlamıştır. ABD’ye giden Gülen, Türkiye’deki milliyetçi, devletçi retorik yerine, dinler arası diyalog, vatan kavramı yerine birtakım dini sembollerle ifade edilen seyyar vatan ve insan hakları kavramı etrafında küreselleşme konseptine uygun yeni bir söylem geliştirmiştir. ABD merkezli çeşitli lobiler ve Neoconların hassasiyetini dikkate alan bir İslam arayışına girmiştir. Türkiye’de ise cemaat, kamu kurumlarında kitlesel kadrolaşması tamamlanmış, birer birer devlet kuruluşları, idareleri ve stratejik kurumları ele geçirip haricen yönetmeye başlamıştır. ‘Sızıntı’, ‘Memba’, ‘Çağlayan’, ‘Şelale’, ‘Irmak’ olmuş, ‘Samanyolu’, ‘Galaksi’, ‘Halley Kuyruklu Yıldızı’ etrafında dönmeye başlamıştır. Kısaca örgüt ‘Herkül’ gibi güçlenmiştir.” – “Toplumun her kesimi sorumlu” İddianamede, “Türkiye’de geçmişteki bütün siyasi iktidarlar, muhalefet, diğer dini cemaatler, kamu ve sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, ordu, kısaca toplumun her kesimi, el birliğiyle Fetullahçı Terör Örgütü’nün bu büyüme ve kadrolaşmasından sorumludur.” denilerek, terör örgütünün, toplumun her kesimini aldatarak saflığından yararlanıp veya iyi niyetini suistimal ederek gelişip güçlendiği bildirildi. ABD’nin, Sovyetler Birliği’ne karşı 1970’li yıllarda “Yeşil Kuşak Projesi” çerçevesinde “Siyasal İslami Çevrelerle İttifak Stratejisi geliştirdiği ve Türkiye’de de özellikle darbe hükümetlerince bu stratejinin uygulamaya sokulduğu”na işaret edilen iddianamede, devlet içinde kadrolaşmaya önem veren Fetullah Gülen cemaati için bu politikanın büyük fırsat olduğu vurgulandı.

İddianamede şu tespitler aktarıldı: “Türkiye Devleti, zaten her dönemde dini yapılara müsaadekar bakmıştır. Bu politika çerçevesinde devlet, harekete çeşitli özel taviz ve imtiyazlar vermiş, hareketin güçlenmesi için bütün imkanlarını kullandırmıştır. Toplumun her kesimi de dini bir cemaat sanarak örgütlenmeye imkan sağlamıştır. Yine örgütün ekonomik kaynak toplamasına, dilediği kadar öğrenci veya kamu personelini devşirmesine ve devlet kurumlarında örgütlenmesine destek olmuştur. ‘İslami’ denilerek bankacılık yapmasına, kanunlara aykırı da olsa yardım toplanmasına, toplanan yardımların şahsi servet haline getirilmesine, yapının sınav sorularını çalmasına, devletin can damarlarında kadrolaşmasına hiç kimse ses çıkaramamıştır.

Bu taviz ve imtiyazlar, Gülen hareketi mensuplarını seçilmiş, üst, egosu yüksek, özel konuma getirmiştir.” (Sürecek)

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?