“İstanbul’un silüetini vakıf eserleri oluşturuyor”

İSTANBUL (AA) – İSMAİL ÖZDEMİR – Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tahsin Özcan, İstanbul silüetinde yer alan birçok yapının vakıf eseri olduğunu, bu eserler çıkarıldığında, geriye İstanbul diye bir şeyin kalmayacağını söyledi.

Özcan, vakıfların Osmanlı’daki önemine ilişkin AA muhabirine yaptığı açıklamada, vakıf denilen olgunun, İslam’da hayır yapmanın, yardımlaşmanın kurumsallaşmış şekli olduğunu ifade etti.

Vakıfların, İslam’ın ilk döneminden itibaren yaygınlaşmaya başladığını aktaran Özcan, bunun bütün İslam toplumlarında uygulaması bulunan merkezi bir kurum haline dönüştüğünü kaydetti.

Özcan, vakıfların, insanların ellerinde toplanan tasarrufların bir şekilde hizmete dönüştürmesini sağladığını belirterek, şöyle devam etti:

“Vakıf, insanların sahip oldukları birikimin yeniden bölüşümüdür. Osmanlılar vakıf kurumunu birçok alanda geliştirmiştir, merkezi bir yer edinmiştir. Bundan dolayı da tarihçilerimiz Osmanlı’dan bahsederken, ‘bir vakıf medeniyetiydi’ şeklinde bunu ifade ediyorlar. Osmanlı’da farklı kurumların yaptığı birçok hizmet vakıflar tarafından gerçekleştirilmiştir. Bunun içerisinde en başta dini hizmetler sayılabilir, camiler, mescitler, medreseler, vakıflar tarafından kurulmuş, işletilmiştir. Bir başka uygulaması eğitimle ilgilidir; Osmanlı eğitim sisteminde Enderun’u dışarıda bırakacak olursak, bütün eğitim kurumları vakıflar tarafından kurulmuş ve işletilmişlerdir. 19’uncu Yüzyıl’da kurulan Batı tarzı eğitim kurumlarının da vakıf kaynaklarıyla kurulduğunu biliyoruz. Osmanlı’daki, sağlık hizmetleri de vakıflar tarafından gerçekleştirilmiştir. Altyapı ve bayındırlık hizmetleri, bugün belediyelerin veya bir takım kamu kurumlarının gerçekleştirdikleri altyapı hizmetlerinin bir kısmı vakıflar tarafından gerçekleştirilmiştir, yollar, köprüler, kaldırımlar, su altyapısı gibi.”

– “Vakıflar, toplumu krizlere karşı koruma altına almıştır”

Osmanlı’da vakıfların, toplumu ekonomik, siyasi, sosyal krizlere karşı koruma altına alan bir altyapı oluşturduğunu dile getiren Özcan, dolayısıyla vakıfların o dönemde toplumun pek çok ihtiyacını karşıladığını anlattı.

Özcan, vakıfların ekonomik altyapılarının kuvvetli olduğunu anlatarak, şu bilgileri verdi:

“Mimar Sinan’ın inşa ettiği Süleymaniye Külliyesi için harcadığı rakam 50 milyon akçenin üzerindedir. O dönemdeki Osmanlı devlet bütçeleri, 160 milyon ile 300 milyon arasındadır, dolayısıyla devlet bütçesinin 3’te 1’i oranında bir paranın sadece Süleymaniye Külliyesi’ne harcandığını söyleyebiliriz. Kanuni Sultan Süleyman zamanında Mimar Sinan’a yaptırılan ve İstanbul’un su ihtiyacını karşılayan Kırkçeşme Su Yolları’nın yapımı da 40-50 milyon akçe civarındadır. Tabi bu paraların harcanması yetmiyor, bu vakıf eserlerin ayakta kalabilmesi için ciddi anlamda kaynak ihtiyacı söz konusu. Süleymaniye Külliyesi’nde, medresesinde, darüşşifasında ve diğer birimlerinde bine yakın insan istihdam ediliyor, bu personelin ve kurumların her hangi bir başka kaynağa ihtiyaç duymadan sürdürebileceği kaynak tahsis eden vakıflar kurulmuştur.”

– “İstanbul silüetinden vakıf eserlerini çıkarın, geriye İstanbul diye bir şey kalmaz”

Prof. Dr. Özcan, Osmanlı toplumunda vakıf kurmanın bir gelenek olduğunu ifade ederek, “Osmanlı’da lüks tüketim pek hoş görülmez. İnsanlar tasarruflarını değerlendirmek istedikleri zaman bunu yapabilecekleri alan vakıflardır. En üst devlet görevlisinden, padişahtan, paşalardan, en sadece vatandaşa kadar herkes vakıf kurma isteğindedir, imkan bulanlar da bu isteklerini gerçekleştirmişlerdir” diye konuştu.

Vakıf eserlerinin geçen yıllara rağmen ayakta durduğunu hatırlatan Özcan, “Bugün İstanbul’a baktığınız zaman silüet dediğimiz şeyin içerisinde görünen birçok yapı vakıf eseridir. İstanbul silüetinden vakıf eserlerini çıkarın, geriye İstanbul diye bir şey kalmaz. Bunun aynısını diğer Osmanlı şehirleri için de söyleyebiliriz. Vakıf anlayışının günümüzde daha da geliştirilmesi, halkın buralara katkısının arttırılması gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?