GÖRÜŞ – Brezilya’da bir siyaset tarzı bitirilmek isteniyor

KOLOMBİYA (AA) – MEHMET ÖZKAN – Yaklaşık iki yıldır Brezilya’nın ulusal petrol firması Petrobras üzerinden yapılan soruşturmalar, tartışmalar ve en sonunda siyaseti yeniden dizayn edecek şekilde Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff’un görevden alınmasının yolunu açan siyasal-yargısal süreç, Brezilya siyasal sistemi, Lula-Rousseff’un mirasının kalıcılığı ve en önemlisi neo-liberal küresel düzenin kendini yeniden tahkim etme çabaları dikkate alınmadan anlaşılamaz. Peki bu aşamaya nasıl gelindi? Bu süreç ne anlama geliyor?

Süreci çok kısa anlatırsak, Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff’in 2003-2010 arasında Petrobras’ın başkanlığını yaptığı sırada, şirkette 800 milyon dolarlık yolsuzluk yapıldığı, ihalelere fesat karıştırıldığı, yetkililerin rüşvet aldığı iddia ediliyor. Başlangıcı 2014 yılına dayanan soruşturma kapsamında şu ana kadar aralarında şirketin üst düzey yöneticileri, iki eski milletvekili ve ünlü iş adamlarının da bulunduğu 100’den fazla kişi gözaltına alındı. Petrobras’ın eski genel müdürü Paulo Roberto Costa 7,5 yıl hapse mahkum edildi. Mart ayında eski başkan Lula’nın ifadesinin alınması ve sonrasında Nisan ayı içerisinde Rousseff’in görevden alınmasının ilk aşaması olan Kongre’nin alt kanadında yapılan oylamayla, Cumhurbaşkanının görevden alınıp yerine başkan yardımcısının devam etmesinin önü açılmış oldu.

Peki kimilerinin yargı darbesi kimilerinin ise siyasal temizlik dediği bu süreci nasıl okumak gerekir? Bu sürecin iç, dış ve sembolik olarak üç çerçevesinden bahsedilebilir.

-Sistem krizi derinleşiyor

Öncelikle Brezilya iç siyaseti açısından bu durum hiç de sürpriz değil. Çünkü “bugünkü noktaya nasıl gelindi” sorusunun cevabı büyük oranda Brezilya siyasal sisteminin iç sorunlarında saklı. Eski Brezilya Cumhurbaşkanı Rousseff karşıtı Fernando Henrique Cardoso’nun da sıkça vurguladığı gibi, Brezilya’da siyasal sistem çok ciddi bir kriz içerisinde ve yenilenmesi gerekiyor. Hatta bazılarına göre bu sistem bitmiş durumda.

Çünkü yıllardır oluşagelmiş siyasal yapıya göre, Kongre’de vekillere para ödenmeden herhangi bir yasal düzenlemenin geçmesi neredeyse imkansız. Dolayısıyla yolsuzluk, sistemin içine ve dibine kadar işlemiş bir yapısal sorun haline gelmiş durumda. Ekonomik anlamda Brezilya son yıllarda zaten kötüye gidiyor, ama bunu düzeltmek için yapısal bazı reformların hayata geçirilmesi gerekiyor. Eskimiş ve yolsuzluğa bulaşmış bir siyasal sisteme, bir de güçlü bir siyasal iradenin eksikliği eklenince hem reform yapmak zorlaşıyor hem de siyaset içindeki kavgalar daha da derinleşebiliyor.

Lula çok net konuşmasa da, gidişata göre 72 yaşında olacağı 2018 yılındaki seçimlerde tekrar cumhurbaşkanlığına aday olmak istiyor. Dolayısıyla yolsuzluk vurgularını ve iddialarını hem Rousseff/Lula liderliğini hem de İşçi Partisi’ni zayıflatmak amacına yönelik olarak okumak gerekiyor. Fakat yukarıda da belirtildiği gibi Brezilya’da siyasal sistemin kokuşmuşluğu sebebiyle ülke siyasetinde kilit konuma gelmiş olup da hakkında bir inceleme başlatılmamış kişi neredeyse yok. Eski Cumhurbaşkanı Fernando Henrique Cardoso metresine yaptığı bir ödeme dolayısıyla soruşturma geçirirken, Rousseff’in yolsuzluktan azledilmesinin en önde gelen savunucularından meclisin alt kanadının başkanı Eduardo Cunha ulusal petrol firmasından milyon dolarları şahsi hesabına geçirmekle suçlanıyor. Belki de sistemsel anlamda Brezilya kadar siyaset ve yolsuzluğun iç içe geçtiği bir başka ülke yoktur.

Brezilya’da Kongre’de 30 siyasal parti temsil ediliyor. Sosyal konsolidasyonun bu kadar zayıf olduğu toplumlarda siyasal konsolidasyonu sağlamak çok kolay değil. Eğer sosyal konsolidasyon yoksa bölünmüş siyasal yapı, dağınık siyasal partiler ve en önemlisi belli çıkarlar etrafından şekillenen küçük gruplar tarafından rehin alınmış bir siyasal yapıyı ortaya çıkıyor. Brezilya siyasal sistemini, geldiği noktayı ve onun bir yansıması olarak da Dilma-Lula etrafından yapılan yolsuzluk tartışmalarını bu çerçeveden değerlendirmek gerekiyor.

– Küresel sistem tahkim ediliyor

Latin Amerika’ya dış siyaset açısından bakıldığında siyasal anlamda sağa kayış ile birlikte kıtada çok ciddi bir dizayn çabası olduğu görülebilir. Bu elbette küresel anlamda Batı merkezli siyasal sistemin son 10-15 yıldır yaşadığı sarsıntılardan sonra, kendisini tekrar tahkim etmesinden başka bir şey değil. İlk olarak petrol fiyatları üzerinden bu dizayn yapılıyor, eğer bu yetmiyorsa ya da petrol yoksa, yargısal boyutun öne çıktığı farklı yöntemlerle siyasal dizayna tabi tutuluyor.

İleride Batı merkezli küresel sistemin tarihini yazanlar, iki gelişmeyi bu sisteme karşı yapılan ilk meydan okumalar olarak kaydedecektir: Bir tanesi 2003 yılında kurulan IBSA (Hindistan-Brezilya ve Güney Afrika) Diyalog Formu, diğeri ise 2010 Tahran Deklarasyonu/Nükleer Takas Antlaşması. IBSA Forumu, ilk başlardaki sisteme meydan okuma yaklaşımını çok kısa sürede terk ederek, asıl amacının küresel sisteme entegre olmak ve ondan daha fazla pay almak olduğunu ilan etti. Bu trend daha sonra BRICS, MINT, CIVET ve hatta Türkiye’nin de kurucuları arasında olduğu MIKTA şeklinde devam etti. Ama bu devasa görünen birlikler, asla küresel sisteme meydan okuyan bir moda girmedi veya giremedi.

Fakat Türkiye ve Brezilya’nın İran nükleer sorununa yönelik öncülük ettiği Tahran Deklarasyonu, belki de 20. yüzyıldan beri ilk defa Batı dışındaki bir sorunun, doğrudan Batı dışı devletler tarafından çözüme kavuşturulma çabasıydı. Batıyı rahatsız eden asıl şey, kendisi dışındaki güçlerin ilk defa Batılıların hep kendilerinde gördüğü “sorunları çözme tekeline” meydan okumasıydı. Türkiye ve Brezilya’nın artık “sınırı aştığı”nın tescil edildiği ve bir şeylerin yapılması gerektiği kanaatinin netleştiği dönem bu dönemdir.

İyi ya da kötü, Brezilya Lula önderliğinde Latin Amerika’da Batı-dışı ve Batıya alternatif bir siyasal-sosyal politikanın öncülüğünü yaptı ve bütün ülke içindeki medya ve diğer grupların karşı olmalarına rağmen, büyük oranda da başarılı oldu. Fakat bütün bu başarılarına rağmen, bu çabalar sadece var olan sakat ve sorunlu siyasal sistemi sarstı; ne yeni bir ekonomik düzen üretebildi ne de yeni bir siyasal dizayn. Sistemsel olarak ciddi şekilde reform yapılması gereken bu ülkelerdeki iç muhalefet, dışarıdaki muhalefetle birleşerek bu iktidarları yüz kızartıcı suçlarla siyasal arenadan silmeyi amaçladı.

Brezilya’da yaşananlar bu anlamda sadece Dilma Rousseff’in görevden alınması ya da bir başkanın değiştirilmesi değil, bir siyaset yapma tarzının, alternatif düşünmenin ve artık olgunlaşmaya başlayan yeni bir siyasal yapılanma tarzının tamamıyla iktidardan uzaklaştırılması çabasıdır.

Medyanın ciddi şekilde yürüttüğü kampanyaya, Devlet Başkanı Yardımcısı Michel Temer dahil birçok politikacını destek vermesi, sürecin buraya gelmesine yol açtı.

Gelinen noktada Brezilya, tarihinde olmadığı kadar ciddi bir sosyal kutuplaşma sürecine girmiş durumda. Bu kutuplaşma daha önce hiç görülmediği kadar keskin, sert ve neredeyse ülkeyi yönetilemez hale getirecek kadar da tehlikeli. Elbette bu kutuplaşmanın temelleri, özellikle medyanın da desteğiyle zaten son on yıldır şekillendiriliyordu. Eski cumhurbaşkanı Lula ve İşçi Partisinin iktidarını, Brezilya’nın oligarkları ve medya patronları hiçbir zaman kabul edemediler. İlginç bir şekilde, bir seferinde Brezilya’yı ziyaret eden Portekiz Başbakanı, Avrupa medyasındaki pozitif Brezilya algısına rağmen, Brezilya basınının bu kadar negatif olmasını anlamakta çok zorlandığını, Lula’ya doğrudan ifade etmişti.

– Brezilya’yı kıtasıyla ‘barıştıran’ lider

Brezilya’da yaşanan siyasal süreç bu anlamda okunduğu zaman, sembolik olarak bir siyaset yapım tarzını, Batıya karşı yumuşak bir alternatif üreten siyasal düşünme biçimini, en keskin şekilde ve onuru kırılarak tarih sayfalarına gömme çabasıdır.

Lula/Rousseff liderliği, her şeyden önce Brezilya’nın sadece uluslararası yüzü değil, aynı zamanda Batıya karşı alternatif arayış çabalarının da önde gelen savunucusu ve uygulayıcısıydı. Bunlardan da önemlisi, Lula Brezilya’yı kıtasıyla ‘barıştıran’ bir lider olarak görüldü.

Latin Amerika, 19. ve 20. yüzyıl Brezilya literatüründe ağırlıklı bir yer yer tutmaz. Brezilya daha çok Avrupa’ya bakan bir yüze sahiptir. Kıtada liderlik rolünü üstlenmek, Brezilya dış politikasında çok fazla yer bulmazdı. Lula/Rousseff iktidarı ilk defa kıta ile Brezilya’yı gerçek anlamda yakınlaştıran liderlik konumundadır. Kendisi ilköğretim okullarında İspanyolcayı ikinci dil olarak zorunlu kılmış ve özellikle burs programlarıyla kıtanın bir anlamda merkezini Brezilya yapmak istemiştir. Uluslararası alanda ise, Latin Amerika adına Brezilya’nın konuşabileceğini her zaman ima etmekle kalmamış, aynı zamanda kıtadaki ülkeler için, kendi ihtiyaçları ile küresel talepler arasında nasıl dengeli bir dış politika izlenebileceğini de göstermiştir. Her ne kadar kıtanın lideri gibi gözükme yaklaşımı kıtadaki birçok ülke tarafından tartışmaya açılsa da, asıl konu Lula/Rousseff’in bu tartışmaların ötesinde, kıtada bir liderliğin oluşabileceğini göstermiş olmalarıdır. Görevi bıraktığında yaklaşık yüzde 90 oranında bir popülerliği bulunan Lula, bugün aynı derecede popüler olmasa da, çoğu Brezilyalının gözünde yaklaşık 40 milyon insanı açlık sınırından çıkarmış bir kahraman lider konumundadır. Brezilya’da bugün yaşanan süreç bu anlamda, Rousseff üzerinden Lula mirasının bitirilme çabasıdır.

Bugün Brezilya derin bir siyasal krizle karşı karşıya. Toplumsal kutuplaşma, yerel ve küresel muhalif aktörlerin bir amaç etrafında birleşmiş olması ve daha da önemlisi askeri darbe dahil bütün seçeneklerin konuşuluyor olması, sadece Rousseff’in görevden alınması değil, Brezilya siyasal sisteminin çok ciddi bir reforma ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Gelinen noktada siyasi süreç, büyük oranda, klasik siyasi aktörlerin geleneksel hamlelerine karşı, Lula/Rousseff ikilisinin ne tür yaratıcı çözümler üreteceğine göre şekillenecektir.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?