Asya Anayasa Mahkemeleri ve Muadili Kurumlar Birliği 5. Yaz Okulu

ANKARA (AA) – Asya Anayasa Mahkemeleri ve Muadili Kurumlar Birliği (AACC) Daimi Genel Sekreterliğinin faaliyetleri kapsamında, Eğitim ve İnsan Kaynaklarını Geliştirme Merkezi olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesince düzenlenen yaz okulunun 5’incisi, Anayasa Mahkemesi Yüce Divan Salonu’nda başladı.

Anayasa Mahkemesinden yapılan açıklamaya göre, bu yılki konusu “Göç ve Mülteci Hukuku” olarak belirlenen yaz okulu etkinlikleri Azerbaycan, Afganistan, Bulgaristan, Endonezya, Gürcistan, Karadağ, Kazakistan, Kırgızistan, Kore, Kosova, Malezya, Moğolistan, Özbekistan, Rusya, Tacikistan ve Tayland Anayasa Mahkemeleri ve Muadili Kurumları temsilcilerinin katılımıyla 17-24 Eylül’de Ankara ve İstanbul’da yapılacak.

Türkiye dahil 17 ülkeden 40 temsilcinin katıldığı yaz okulunun açılışında konuşan Başkan Zühtü Arslan, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliğinin verilerine göre, bugün dünyada toplam 21 milyon mülteci bulunduğunu, sadece Türkiye’de 3 milyonu aşkın mülteci barındığını belirtti.

Türkiye’deki mülteci sayısının Birleşmiş Milletlere üye 61 ülkenin nüfusundan daha fazla olduğunu vurgulayan Arslan, yaz okulunda bu konunun hukuki boyutunun ele alınacağını, özellikle ulusal ve uluslararası hukuk açısından yabancıların hakları konusunun tartışılacağını aktardı.

Göç olgusunun yarattığı sorunların başında göçmenlerin dışlanması, tam olarak insan muamelesi görmemesi, şiddete maruz kalması, hatta öldürülmesi gibi konuların geldiğine işaret eden Arslan, “Başka bir ifadeyle göç, yabancı düşmanlığı ve ırkçılık gibi birlikte barış içinde yaşama idealini zehirleyen hastalıkları gün yüzüne çıkarmaktadır. Gün geçmiyor ki uluslararası haber ajanslarında ‘yabancı’ olarak görülenlere yönelik bir saldırı haberi okumayalım. Bu bağlamda
bir süredir Myanmar’da Arakan Müslümanlarına yapılanlar ve bunun karşısında insanlığın derin sessizliği tam bir vicdan tutulmasına işaret etmektedir. Tüm bu sorunların kaynağında ‘öteki’ olarak görülenlerle sağlıklı bir ilişkinin kurulamaması yatmaktadır.” diye konuştu.

– Yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla mücadelenin yolu

Başkan Arslan, yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla mücadelenin yolunun “insan” odaklı bir anlayışın toplumsal ve siyasal alanda hakim kılınmasından geçtiğine vurgu yaparak, bu anlayışın Doğu’da da Batı’da da çok güçlü kökleri bulunduğunun bilindiğini ifade etti.

Zühtü Arslan, bu toprakların ruh köklerini oluşturan Yunus Emre, Mevlana ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi düşünürlerin, insanı merkeze alan, hoşgörüyü ve sevgiyi topluma hakim kılmaya çalışan mesajlarıyla, birlikte yaşama kültürüne eşsiz katkılarda bulunduklarını kaydetti.

Doğu gibi Batı’nın da homojen olmadığını belirten Arslan, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslamofobiyi
üreten/besleyen düşünceler yanında, çoğulculuğu ve hoşgörüyü savunan güçlü düşünce geleneklerinin de bulunduğunu ifade etti. Bu geleneğin en önemli temsilcilerinden ünlü filozof Kant’ın “misafirperverlik hakkı”nın, bugün özellikle mülteciler için geçerli olduğuna işaret eden Arslan, “Türkiye, üç milyondan fazla mülteciye kapısını ve yüreğini açarak, aslında ‘öteki’nin ‘misafirperverlik hakkı’nın korunmasına tarihi bir katkı yapmaktadır.” dedi.

Arslan, yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve İslamofobiye karşı mücadele etmenin iki yolu bulunduğuna işaret ederek, “Birincisi, insan-odaklı anlayışı yaygınlaştırmaktır. İkincisi, hukuksal mücadelenin araçlarını gözden geçirerek daha etkili olmalarını sağlamaktır.” diye konuştu.

– Aliya İzzetbegoviç’e atıf

Konuşmasını, bilge devlet adamı Aliya İzzetbegoviç’i rahmetle anarak tamamlamak istediğini belirten Arslan, şunları söyledi:

“Tarih 25 Mart 1994. İki yüz bin Boşnak öldürülmüş, altı yüz bin insan yerinden yurdundan sürülmüş, 800 cami bombalanmış, Bosna Hersek’in şehirleri ve köyleri yerle bir edilmiş. Sadece Saraybosna’daki askeri hastane 160 kez bombalanmış. Tüm bunları anlattıktan sonra diyor ki Aliya, ‘İnsan olmak ve insan kalmak, Allah’a ve kendimize karşı sorumluluğumuzdur.’ Aliya İzzetbegoviç, bütünüyle ahlaki bir kavram olarak nitelediği ‘insan olmak ve insan kalmak’ kavramının siyasi dildeki ve uygulamadaki karşılığını da şöyle ifade eder: ‘Politik dilde bu, hukuka uygun bir devlet kurmaya çalışacağız’ demektir. Bu, aynı zamanda uygulamada şu anlama gelir; ‘Bu devlette, hiç kimse dininden, ulusal ya da politik inancından dolayı zulme uğramayacak.’ Umarım yaşlı dünyamız geçmişte yaşanan acı tecrübelerden ders çıkararak İzzetbegoviç’in gösterdiği aydınlık yolda ilerler.”

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?