Asırlık nine ve dedeler “Cumhuriyet”i anlattı

ANKARA (AA) – ORHAN ONUR GEMİCİ – Yaşları bir asra ulaşan Cumhuriyet’in canlı tanıkları nine ve dedeler, emeklemeye birlikte başladıkları Cumhuriyet’i anlattı.

Cumhuriyet’in en zor zamanlarına şahitlik eden şimdinin asırlık nine ve dedeleri, bir milletin küllerinden doğma mücadelesine de tanık oldu.

Birçok önemli gelişmeye tanıklık eden asırlık nine ve dedeler, Cumhuriyet’in ilanının 93. yıl dönümü öncesinde “o yılları” AA muhabirine anlattı.

Şanlıurfa’nın Halfeti ilçesinde 1 Haziran 1916’da doğduğunu ve hiç okula gitmediğini ifade eden Hadice Uğurlucan, “Ayıptı, kızlara okul yoktu. Onun için okul yazarlığım yok. Teyzemin oğluyla evlendim. Üç günlük nişanlıyken askere gitti.” dedi.

Uğurlucan, eskiden yeni doğan çocukların nüfusa hemen kaydettirilmediğini anımsatarak, kardeşinin ve kendisinin nüfusa kayıt ettirilme hikayesini şöyle anlattı:

“Bizim oraya mektep açılmış, öğretmen gelmiş. Okumayan çocukları orada okutmak istemişler. Kardeşim bir gün eve geç geldi. Babam ‘Nerede kaldın oğlum?’ diye sordu. ‘Baba buraya mektep açılmış. Ben oraya gittim seyrettim. Yarın gidip kayıt olacağım, okuyacağım’ dedi. Babam, ‘Ne mektebi oğlum? Oraya gitmeyeceksin’ diyerek kızdı. Ertesi gün gitmiş, kayıt olmuş. ‘Beni babam öldürse de gider okurum’ demiş. Babam da bizi nüfusa kaydettirmeye gitmiş. Beni büyük, onu küçük yazdırmak istemiş. Nüfus memuru, ‘Bu, kızı evlendirmek için büyük yazdırıyor’ demiş. Nüfus memuru, bizi mahkemeye verdi, nüfusumuzu vermedi. Üç defa mahkemeye çıktık. En son üç şahit istediler. Bir de doktor raporu istediler.”

– “Cumhuriyet kurulacak, Cumhuriyet Bayramı olacak”

Ailesinin anlattığına göre 17 yaşında evlendiğini belirten Uğurlucan, “Bize ‘Cumhuriyet kurulacak, Cumhuriyet Bayramı olacak’ dediler. Öğretmenler, çocuklara giymeleri için elbise verdi. Şenlik oldu, çalgılar oldu, şiirler okundu. Ama ben gitmedim, duydum. Şimdiki gibi tören yaptılar. ‘Neyin nesi bu?’ diye sorulduğunda ‘Artık bundan sonra Türkiye’de Cumhuriyet Bayramı her sene olacak’ dediler. Onu hatırlıyorum.” dedi.

Uğurlucan, o dönemde haberlere ulaşmakta yaşadıkları sıkıntılara değinerek, Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde ikamet ettikleri zamanlarda askeriyenin radyosunu dinlemeye giden eşinin, evde kendilerine anlattıklarını anlamakta güçlük çektiklerini dile getirdi. Eşinin haberleri, evde kendilerine anlatmasını o zamanlarda tuhaf karşıladığını belirten Uğurlucan, şimdi haberleri kaçırmamak çaba sarf ettiğini vurguladı.

– Atatürk’ün vefatı

Mustafa Kemal Atatürk’ü görme şansının olmadığını ancak eşinin askerde Atatürk ile bir arada bulunduğunu kaydeden 100 yaşındaki Uğurlucan, 10 Kasım 1938 gününe ilişkin, “Evin karşısında askeriye vardı. Baktık, bayraklar yarıya indirilmiş. Beyime ‘Bu bayraklar neden yarıya indirilmiş?’ diye sordum. ‘Atatürk, ölmüş. Onun için bayraklar yarıya indirilmiş’ dedi. Herkes matemdeydi, üzüntülüydü.” ifadelerini kullandı.

– “Atatürk, İnönü, Fevzi Çakmak da arabanın üstünde milleti selamlarlardı”

Bala’nın Tolköy köyünde 1921 yılında doğduğunu belirten Mehmet Kılıç, babasının iyi bir hafız, annesinin ise hayvanlarla ilgilenen bir ev kadını olduğunu söyledi.

Kılıç, köylerinde öğretmen olmamasından dolayı okuma yazmayı ancak askerde öğrenebildiğini ifade etti.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanının ardından Mustafa Kemal Atatürk’ün her yıl aynı günün Cumhuriyet Bayramı olarak kutlanmasını istediğini belirten Kılıç, katıldığı bir Cumhuriyet Bayramı kutlamasında Atatürk’ü görme anını şöyle anlattı:

“Hipodrom’da gördüm. Cumhuriyet Bayramı vardı. Başka nerede göreceğiz Atatürk’ü? Köyden eşeklerle yola çıktık. Yarım çarık, yarım ayakkabı ile kimi de ayaklarına keçe dolardı. Azıklarını alırlardı. Elmadağı’na çıktıklarında akşam olurdu. Yağbattal’ın üstünde kalırlardı. Hoca ezan vermeden evvel kalkardık. Ankara’ya girerdik, güneş doğardı. Eşekleri Ahmet Çavuş’un hana koyarlardı, doğru Hipodrum’a giderlerdi Atatürk’ü görmek için. Ordu geçerdi, sonra Atatürk, İnönü, Fevzi Çakmak da arabanın üstünde milleti selamlarlardı. Millet ayağa kalktı, heyecanlandı. Atatürk’ü görünce gözyaşı döktüler. Nerede o Atatürk, nerede o Cumhuriyet? Millet tezahürat yapardı ‘Şa şa şa çok yaşa Kemal Paşa’ diye. Çok sevilen bir adamdı. Allah rahmet eylesin. Bir tek orada gördüm.”

– “Halimiz nice olurdu”

O günü Hipodrom’da geçirdiklerini ifade eden 95 yaşındaki Kılıç, “Ordu olmasaydı işimiz haraptı. Allah razı olsun sahip olan ordumuzdan, Allah güç kuvvet versin. Onların sayesinde şimdi biz ekmek yiyoruz. Yoksa bu silah tutanların ellerine kalsaydık, halimiz nice olurdu Allah korusun. Yine Allah milletten razı olsun memleketine, devletine sahip çıktı. Ne yapacak daha millet?” diye konuştu.

Kılıç, haberlere köylerine çok nadir gelen gazetelerden babasının okumasıyla ulaştıklarını söyleyerek, Atatürk’ün fabrika kurduğunu, orman çiftliğini kurduğunu, yeni motor aldığını babasından dinlediklerini kaydetti. Kılıç, imkansızlıklar içindeki insanların Cumhuriyet’e olan sevgilerinin kaynağının “Atatürk” ve “ordu” olduğunu belirtti.

Cumhuriyet öncesi döneme ilişkin yakınlarından en çok Çanakkale Savaşı hikayeleri duyduğunu ifade eden Kılıç, köylerinde hane sayısının 80’den 5’e düştüğünü ve kocasız kalan kadınların perişan olduklarını anlattı.

– “Kara sabanla sürdüğümüz tarlalar, gözümün önünden gitmiyor”

Kılıç, Atatürk’ün Ankara’ya ilk gelişinde Hacı Ali Rıfat Tolluoğlu, Cafer Tayyar, Fuat Börekçi ve Ankara’nın birkaç ileri geleni tarafından Dikmen’de karşılandığını anımsatarak, şöyle devam etti:

“Atatürk, ikametini Bala’dan alıyor. İlk geldiğinde, Beynam köyünde kalıyor. Atatürk demek Cumhuriyet demek, Cumhuriyet demek Atatürk demek. Bundan ötesi yok ki. Cumhuriyet denilince aklıma eski günler geliyor. Kara sabanla sürdüğümüz tarlalar, hiçbir zaman gözümün önünden gitmiyor. Çift sürerdik, tohum ekerdik, akşam eve geldiğimizde hayvanların bakımını yapardık.”

– “Atatürk öldü’ diye ilan edilince millet ağladı”

Kılıç, Atatürk’ün vefat ettiğini babasından öğrendiklerini belirterek, “Atatürk öldü diye ilan edilince millet ağladı. Herkes yollara döküldü. Atatürk’ün naaşını, Numune’nin yanına koydular. Ben de cenazesini geriden gördüm. Top arabasıyla götürüyorlardı.” ifadelerini kullandı.

– “Atatürk’ten aldığım o parayla durumu düzelttik, zenginleştik”

Cumhuriyet’in ilanından iki yıl önce Haymana’nın Dereköy köyünde dünyaya gelen Şiho Kara, dönemin şartlarından bahsederek, “Açlık çoktu. Arpa kaynatırlardı, bütün askerler onu yerdi.” dedi.

Ailesinin geçimini çiftçilik yaparak sağladığını belirten 95 yaşındaki Kara, ceketindeki madalyayı göstererek, “Bu madalya babamdan bana kaldı. Babam, Çanakkale harbinde gazi olunca almış. Ondan hatıra kaldı” diye konuştu.

İlk evliliğini dayısının kızıyla yaptığını, okuma yazmasının olmadığını söyleyen Kara, Mustafa Kemal Atatürk ile arasında geçen diyaloğa ilişkin bir anısını şöyle anlattı:

“Atatürk’ün kızının başörtüsü rüzgardan uçtu. Ben aldım, cebime koydum, gittim. Muhtar, ‘Atatürk’ün kızının başörtüsünü kim götürmüşse getirsin’ dedi. Pullu bir şeydi. Annem gidip benim aldığımı söylemiş. Bir de baktık ki bizim eve muhtar, bekçi ve jandarmalar geldiler. Benim üstümde elbise falan nerede? Beni alıp götürdüler. Fevzi Çakmak ile Atatürk oturuyorlar. Atatürk ‘Sen mi götürdün?’ diye sordu. ‘Ben götürdüm Paşam’ dedim. Kızı da vardı o zaman. ‘Niye götürdün?’ diye sorduğunda rüzgar uçurunca alıp götürdüğümü söyledim. ‘Aferin, herkes böyle cesur adam olsa.’ dedi.

Orada cebinden çıkardığı bir miktar kağıt parayı verdi. ‘Kendine elbise al’ dedi. Bende davar yününden yaptıkları şalvar var. O zaman bir inek ve bir eşeği sabana koşuyorduk, çift sürüyorduk. Rahmetli babamla bir komşumuz Polatlı’ya gittiler. Polatlı’dan bir çift öküz almışlar. Atatürk’ten aldığım o parayla durumu düzelttik, zenginleştik. Davarı çok aldık, Haymana’da zengin olduk.”

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?