ANALİZ – Suudi Arabistan’nın 2030 vizyonu ve ‘kutsal’ı piyasaya açmanın riskleri

İSTANBUL (AA) – MEKKİ ARVAS – Yakın döneme kadar iktidarın yetmişli, seksenli yaşlardaki liderlerden yeni nesle nasıl devredileceğine, bu sürecin kraliyet ailesinde kaotik bölünmelere yol açmadan nasıl tamamlanacağına ilişkin tartışmalarla uluslararası gündemi meşgul eden Suudi Arabistan, bu yöndeki bütün değerlendirmeleri ve “kehanetleri” boşa çıkaracak yeni bir döneme adım attı.

Babası Kral Selman’ın geçen yıl tahtı devralmasının ardından elde ettiği yetkilerle kısa sürede ülkenin en kudretli ismi haline gelen ve 30 yaşında ülkenin askeri, siyasi ve ekonomik alandaki politikalarının başlıca belirleyicisi konumuna yükselen İkinci Veliaht Prens Muhammed bin Selman, bu devir sürecinin fiilen gerçekleştiğini ve yepyeni bir aşamaya geçildiğini gösteriyor.

Batı medyasının bir süredir “MbS” rumuzuyla söz ettiği genç emirin bir süre önce açıkladığı 2030 Vizyonu, liderlikteki “devir teslim” arayışlarının çok daha ötesinde, belirlenen hedeflerin gerektirdiği zihniyet devrimi açısından, Suudi Arabistan’ın bağımsız bir devlet olarak tarih sahnesine çıktığı 1932 yılından bu yana karşı karşıya olduğu en ciddi dönüşümün ufkunu belirler mahiyette. 2030 vizyonunun açıklanmasının ardından, geçen hafta yapılan kapsamlı kabine revizyonu çerçevesinde, son 20 yıldır küresel petrol piyasasının en etkili ismi olarak gösterilen Petrol Bakanı Ali el-Nuaymi’nin, Merkez Bankası başkanıyla birlikte görevden alınması, Suudi Arabistan’daki yeni liderliğin reformlar konusunda ne kadar kararlı ve ciddi olduğunun işareti.

Veliaht Prens’in başlattığı reform sürecinin Kral Selman’ın tam desteğini aldığı anlaşılmakla beraber, kraliyet ailesinin belirlenen hedefler ve bu doğrultuda atılacak adımlarla ilgili tam bir mutabakat halinde olup olmadığı bilinmiyor. Kral Selman’ın göreve geldiği ilk aylarda kritik bakanlıklara yaptığı atamalar ve selefinden ayrılan dış politika tercihlerinin yol açtığı tartışmalar sırasında bir emire atfedilen ve “kraliyet ailesinin tehlikeli gidişata dur demesi gerektiği” şeklinde özetlenebilecek, Batı medyasında da ilgi uyandıran mektup istisna edilecek olursa, gelinen aşamada hanedan içinde keskin ayrışmalar olduğuna ilişkin belirgin bir işaret yok. Yahut ihtilaflar, Suudi yönetiminin tabiatına uygun olarak dışarıya yansımış değil.

– Petrol devri petrol varken bitecek

Suudi Arabistan’ın, Veliaht Prens’in de itiraf ettiği gibi, esas olarak petrole “bağımlı” ekonomisini yeniden yapılandırmayı ve gelirleri çeşitlendirmeyi hedefleyen 2030 vizyonu, aynı kronik sorunla malul Körfez ülkelerindeki genel eğilimin de yeni bir örneği. Suudi Arabistan’ın eski petrol bakanı Şeyh Yamani’nin “Taş Devri dünyada taş kalmadığı için bitmedi. Petrol devri de dünyada petrol kalmadığı için bitmeyecek” sözü, sektör kulislerinde sıkça atıf yapılan bir tespit ve zamanı tayin edilemese de alternatif enerji kaynaklarının yaygınlaşmasıyla petrolün devrinin sona ereceği, ekonomileri petrole ayarlı ülkelerin de tamamen farkında oldukları bir gerçek. Nitekim bu yöndeki arayışların tezahürleri olarak önceki yıllarda birçok Körfez ülkesi, gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesini öngören ekonomik kalkınma modellerini hayata geçirmişti.

Ancak Muhammed bin Selman’ın geçen aylarda Economist ve Bloomberg gibi küresel finans yayıncılığının önemli aktörlerine verdiği uzun mülakatlarla zeminini hazırladığı, son olarak uluslararası katılımlı basın toplantısı ve canlı yayınla kamuoyuna duyurduğu plan, zamanlaması bakımından bu yöndeki atılımlara yön veren ciddi bir “aciliyet” duygusunun varlığına yorulabilir. Nitekim Suudi yönetiminin bazı sübvansiyonların kaldırılması ve harcamalarda tasarrufa gidilmesi gibi geçen nisan ayından itibaren hayata geçirdiği tedbirlerde, mevcut harcama seviyesinin devam etmesi halinde Suudi rezervlerinin, IMF ve diğer uluslararası kuruluşların tahminlerinin aksine iki yıl gibi kısa sürede tükeneceği ve ülkenin iflasa sürükleneceğine ilişkin kaygıların belirleyici olduğu ifade ediliyor.

İşaret edilen aciliyeti daha da yakıcı hale getiren önemli bir faktör de Obama yönetimi liderliğindeki ABD’nin, bölgede on yıllardır devam eden ittifak ilişkilerini temelinden sarsacak yeni siyasi tercihlerde bulunması ve bu politikanın sonraki yönetimler tarafından da devam ettirileceğine ilişkin genel kabul. Körfez Zirvesi için Riyad’a gelen Obama’nın, diğer liderlerin aksine Kral Selman tarafından havaalanında karşılanmaması, yine teamülün dışına çıkılarak karşılama merasiminin devlet televizyonunda naklen yayınlanmaması, iki ülke ilişkilerinin tarihi seyri ve stratejik boyutları dikkate alındığında yaşanan derin kırılmayı ifşa eder mahiyetteydi. Gelinen aşamada Suudi Arabistan’ın artık ABD’nin tayin edici bir unsur olarak yer almayacağını öngördüğü Ortadoğu denkleminde askeri, siyasi ve ekonomik unsurlarıyla kendi geleceğini kurgulamaya çalışacağı, genel olarak gözlemcilerin üzerine ittifak ettiği bir tespit.

Riyad’ın, nisbi siyasi istikrara ve artan talebe bağlı olarak petrol fiyatlarının tarihi zirvelerinde seyrettiği bir dönemde değil de büyük değer kaybına uğradığı, kaçınılmaz olarak bütçe dengelerini sarstığı, rezervlerin hızla eridiği, diğer yandan bölgenin Yemen ve Suriye örneklerinde olduğu gibi Suudi Arabistan’ın doğrudan ya da dolaylı müdahil olduğu savaşlarla şiddet sarmalına rehin olduğu bu dönemde 2030 vizyonunu açıklaması, karar mercilerinin hızlı hareket edilmesi gerektiği sonucuna vardıklarının diğer bir göstergesi.

– Vizyon 2030’un iddialı hedefleri

Operasyonel düzeydeki detayları henüz kamuoyuna açıklanmasa da ana hatları ve başlıca unsurları açısından 2030 vizyonu, Suudi petrol şirketi Aramco’nun küçük bir bölümü ile iştiraklerinin halka arzını, elde edilecek gelirlerle mevcut Kamu Yatırım Fonu’nun yeniden yapılandırılmasını ve 3 trilyon dolar olarak tahmin edilen değeriyle dünyanın en büyük yatırım fonu haline getirilmesini, petrol dışı sektörlere yapılacak yatırımlarla gelirlerin çeşitlendirilmesini öngörüyor.

Madencilikten turizme ve askeri sanayiye uzanan geniş bir alanda ekonomik çeşitliliğin sağlanması, canlı bir özel sektörün oluşturulması, vergilerin artırılması ve kamu yardımlarının azaltılması gibi tasarruf tedbirleri projenin dikkat çeken unsurları. Kadınların iş hayatına katılımının artırılmasını başlıca bir hedef olarak belirleyen Vizyon 2030, Suudi sermayesinin küresel finans sistemi ile iş hayatına entegrasyonunu geliştirmek için ihtiyaç duyulacak nitelikli iş gücünün sağlanması için de eğitim sisteminde kapsamlı reformlar yapılmasını öngörüyor. Yabancı yatırımlar önündeki bürokratik engellerin azaltılması, bu çerçevede Körfez ülkelerinin kronik sorunu kefalet sisteminin yol açtığı tahditlerin aşılması için yabancılara uzun süreli oturum ve mülk edinme izni tanınması, küçük ve ortak ölçekli işletmelere teşvikler verilmesi, yakıt, su ve elektriğe uygulanan sübvansiyonların kademli olarak kaldırılması da Vizyon 2030’un hedefleri arasında.

Oldukça iddialı bulunan Vizyon 2030’un temel ekonomik parametreler açısından ne kadar “gerçekçi” olduğu, kuruluşundan bu yana petrol odaklı bir ekonomiyle gelişen ve gelirlerinin yüzde 70’ten fazlasını petrolden elde eden Suudi Arabistan için 14 yıl gibi kısa sürede bu hedeflere ulaşılmasının mümkün olup olmadığı uzmanlar ve analistler tarafından tartışılmaya devam ediyor. Batı medyasında hemen her gün yer bulan analizler, Vizyon 2030’un uyandırdığı ilginin tezahürleri ve fakat yapılan yorumların ortak noktası, ilkece gerekli hatta kaçınılmaz olan reform projesinin adeta “imkansızı başarmayı” hedeflediği şeklinde. Kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s’in dün, ekonomileri petrole bağlı iki Körfez ülkesiyle birlikte Suudi Arabistan’ın kredi notunu düşürme kararıyla ilgili açıklamasında, kapsamlı reformla yapılmadıkça Riyad’ın mali sorunlarının artarak devam edeceği, gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesinin ülkenin kredibilitesine olumlu yansıyacağı vurgulanmakla beraber ilan edilen reform planının henüz “embriyo” safhasında ve etkilerinin de henüz belirsiz olduğuna ilişkin açıklaması, işaret edilen yaklaşımları özetler mahiyette.

Bununla birlikte Riyad’ın mevcut lider kadrosunun ülke için belirlediği vizyon, söz konusu ekonomik boyutların çok ötesinde, şayet reformlar ciddiyetle uygulanırsa, derin ve köklü toplumsal dönüşümleri zorlayacak, adeta ülkenin kimliğinin yeniden inşa edilmesini gerektirecek bir süreci de başlatabilir.

– Aramco şeffaf ve denetlenebilir hale gelecek

Vizyon 2030’un odağında, bütün bu dönüşüm senaryosunu anlamlı kılacak başlıca unsur niteliğiyle, milli petrol ve doğalgaz şirketi Aramco’nun halka arzı yer alıyor.
2,5 trilyon dolar olarak tahmin edilen büyüklüğüyle dünyanın en değerli şirketi olan, buna mukabil rezervleri, gelirleri ve kârını açıklamadığı için hakkında çok az şey bilinen Aramco, neredeyse Suudi Arabistan devletiyle yaşıt ve ülke için büyük bir şirket olmanın ötesinde anlamlar taşıyor.

Aramco, petrol ekseninde şekillenen bütün bir idari yapı ve toplumsal düzenin olanaklarını sağlaması açısından bir bakıma Suudi Arabistan devletinin ta kendisi.

Aramco’yu, küresel finans işleyişinin ve mekanizmalarının icbar ettiği doğrultuda şeffaf, denetlenebilir ve hesap sorulabilir şirketler arasına dahil ederek piyasaya arz edip “kutsallığından” soymak, bu bakımdan bir tabunun yıkılması ve zihniyet devrimi anlamına gelecek. Nitekim Muhammed bin Selman, 2030 vizyonunu açıkladığı mülakatında Aramco’yu kutsallaştırmanın çok ciddi bir sorun olduğunu belirterek, atılan adımı, ülkenin kurucusu ve ilk kralı Abdulaziz’in ve yanındakilerin petrol olmadan devleti inşa ettiklerini ve yine petrole bağımlı olmadan bu devleti idare ettiklerini hatırlatarak savundu. Buna mukabil Aramco’nun resmi internet sitesindeki tanıtım yazısında yer alan ifade, şirkete yüklenen anlam ve değerin boyutlarını açıkça ortaya koyuyor: “Suudi Aramco’nun hikayesi, dünyanın bildiği en büyük enerji rezervlerinin keşfi ve geliştirilmesi ile Suudi Arabistan’ın çöl krallığından modern bir ulus devlete hızlı dönüşümünü anlatmaktadır.”

– Dini otoritenin tepkisi

Vizyon 2030’un ülkedeki “müesses nizamı” ve bu çerçevede oluşan hassas dengeleri etkilemesi kaçınılmaz görünen diğer önemli veçhesi ise eğitim sistemi ve yargının, uluslararası ekonominin parametrelerine uyum sağlayacak istikamette reforma tabi tutulması.

Vizyon 2030’un önemli hedeflerinden bir olan yabancı yatırımların artırılması, teminat arayan uluslararası şirketler açısından yargısal süreçlerin ve adli mekanizmaların küresel standartlar doğrultusunda biçimlendirilmesini gerektirecek. Kararların dar, dışa kapalı ve sorgulanma imkanı olmayan bir iktidar odağında şekillendiği Suudi Arabistan için bu reformlar, devlet işleyişinin bütünüyle yeniden tayini anlamına gelecek. Diğer yandan nüfusun yarından fazlasını teşkil eden genç nüfusun iş hayatına katılımlarının temini, eğitim müfredatının yine piyasa beklentileriyle uyumlu olarak revize edilmesini kaçınılmaz kılacak.

Hukuk ve eğitim alanında girişilecek her reform hamlesinin ise devletin kuruluşundan itibaren kraliyet ailesi ile Vehhabilik temelindeki dini otorite arasındaki tarihsel konvansiyonu etkileme potansiyeli bulunuyor. Suud hanedanına ihtiyaç duyduğu meşruiyeti temin etmesine mukabil hukuk ve eğitim alanlarında başlıca merci olma yetkisini elinde tutan dini otoritenin, işaret edilen kapsamlı reform uygulamalarına nasıl tepki vereceği henüz belli değil. Kral Selman’ın, bir süre önce yaptığı bir toplantıda, planlanan bütün reformların “dini sabiteler ve asil toplumsal değerlerle” uyumlu olacağını vurgulaması, iktidar odakları arasındaki hassas dengenin, mevcut veya muhtemel, bir gerilimin işaretleri olarak yorumlanabilir.

– Vizyon’un “askeri” boyutları

Vizyon 2030, esas itibarıyla ekonomik kalkınma ve bunun gerektirdiği idari ve siyasi reform projesi olarak takdim edilmekle beraber, üzerinde yeterince durulmasa da, öngörülenlerin askeri ve stratejik hesaplarla da bağlantılı olduğunu düşündüren şaşırtıcı başka bir hedef daha içeriyor. Bu hedef ise ülkede adeta sıfırdan büyük bir savunma sanayiinin inşa edilmesi. Vizyon 2030, savunma harcamalarında dünya üçüncüsü olan Suudi Arabistan’ın, halihazırda yalnızca yüzde 2’sini yerli üretimle temin edebildiği askeri ekipman ihtiyacının yarısının, belirlenen süre zarfında yeni oluşturulacak savunma sektörü tarafından karşılanmasını öngörüyor.

Bu amaçla küresel savunma sanayiinin önde gelen şirketleriyle stratejik ortaklıklar kurulması, yerli üretim payının artırılacağı silah anlaşmalarının imzalanması planlanıyor.
Resmi açıklamalarda sektörün başlıca faaliyetinin iç talebi karşılamak olacağı belirtilse de, bu çapta bir sanayinin inşasının bölgesel düzeyde açılımlar ve “pazarlar” arayacağı ihtimali de hesaba katılmalı.

Nitekim Riyad yönetiminin son dönemde İslam ülkeleri arasında NATO benzeri askeri bir ittifak inşa etme arayışları ve bu ittifakın zeminini tahkim edecek ekonomik anlaşmalar imzalaması, gelecekte Ortadoğu’da, ihraç kapasitesi de olan, belirleyici bir askeri güç olarak öne çıkma isteğinin işaretleri olarak değerlendirilebilir.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?