ANALİZ -Körfez'in Suriye'de rejimle teması neyi hedefliyor?

İSTANBUL (AA) -MAHMUD OSMAN- Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) Suriye’nin başkenti Şam’daki büyükelçiliğini açması, komşularına veya “abilerine” danışmadan hareket etmeyen Bahreyn’in de BAE’yi takip ederek aynı adımı atması sürpriz değil. BAE ve Bahreyn’in ardından Irak da benzer bir şekilde hareket etmeye hazırlanırken, diğer Arap ülkeleri Şam’da büyükelçilik açma konusunda “istek” ve “utanç” arasında sıkışmış durumda.

Arap Parlamentosu 11 Aralık’ta Suriye’nin Arap Birliği’ne üyeliğinin etkinleştirilmesi çağrısı yaptı. Ancak tüm gelişmeler arasında en önemlisi, 2011’den bu yana ilk kez Suriye’yi ziyaret eden Sudan Devlet Başkanı Ömer el-Beşir’in Rus uçağıyla uluslararası Şam havalimanına inmesi ve sıcak bir şekilde Beşşar Esed ve rejimine desteğini göstermesi oldu. Rusya himayesinde Şam’a inen Beşir, Körfez ülkelerinin (farklı adımlara hazırlık olarak) Esed rejimiyle diplomatik ilişkileri yeniden başlatma isteği başta olmak üzere birçok mesaj taşıyordu.

Suriye Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı Ali Memlük de Kahire’ye sürpriz bir ziyarette bulunarak Mısır İstihbarat Birimi Başkanı Abbas Kamil ile görüştü. Görüşmede Suriye’ye yönelik izolasyonu sonlandırmak konusundaki son rötuşlar ile BAE ve Suudi Arabistan’la anlaşmaya varılması konuları ele alındı. Mısır başından beri silahlı gruplarla, (başta Sina yarımadası olmak üzere) teröristlerin iki ülke arasındaki geçişleriyle ilgili olarak Esed rejimiyle koordinasyonu sürdürdü.

Genel olarak Arap ülkelerinin, özellikle de Körfez ülkelerinin tutumu aniden değişmedi, bu yolda birçok adım izlendi. Bu adımların ilki Körfez ülkelerinin Suriye muhalefetinden desteğini çekmesi, “Esed siyasetle ya da güçle gitmeli” söyleminden vazgeçmesi olmadığı gibi, ABD güdümünde PKK/YPG teröristlerini cömertçe desteklemeleriyle de son bulmadı. Suriye devrimini sırtından bıçaklayan bu teröristler, Esed rejimiyle rolleri değiştirerek Suriye’nin bütünlüğü konusunda gerçek bir tehdit oluşturdu.

Eğer Türkiye’nin Suriye’de gerçekleştirdiği Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları olmasaydı, Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahsetmek hayal olurdu. İşte o zaman teröristbaşı Abdullah Öcalan devletçiği gerçeğe dönüşürdü. O şartlarda ise Suriye halkının dostlarının elinden, halkı “bir siyasi durum olarak” olan biteni kabule ikna etmekten başka bir şey gelmezdi.

– Arap ülkeleri Suriye krizine nasıl tepki verdi?

Esed’in Suriye’de barışçıl göstericilere orantısız güç kullanmasıyla 2011’de başlayan Suriye krizi karşısında, Körfez ülkeleri Suriye halkının yanında cesur bir şekilde tavır aldı. Katar’ın Esed rejiminin barışçıl eylemcilere karşı kullandığı korkunç baskıyı kınaması ve El Cezire kanalının devrim yanlısı yayını, rejim yanlısı bir grup “şebbiha” milisinin bu ülkenin Şam Büyükelçiliği’ne saldırmasına yol açtı.

Körfez’in tutumu, Suudi Arabistan’ın vefat eden Kralı Abdullah bin Abdülaziz’in Suriye yönetimini “Kan dökmeyi bırakmaya ve kaos ile istikrar arasında seçim yapmaya” davet etmesi, eski Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Prens Suud el-Faysal’ın Esed rejiminin saldırılarına karşı koymak ve sivillere karşı katliamları engellemek için açıkça muhaliflerin silahlandırılması çağrısıyla taçlandı.

Suriye’de şiddeti sona erdirmesi, gözaltına alınanları serbest bırakması ve orduyu kentlerden çekmesini öngören ilk Arap girişiminin başarısız olmasının ardından Ocak 2012’de Arap Dışişleri Bakanları, Beşşar Esed’in yetkilerini yardımcısına devretmesini ve ulusal birlik hükümeti kurulmasını öngören yeni bir girişim benimsedi. Ancak Esed rejimi bu girişimi de reddetti; 15 Mart 2011’de patlak veren gösterileri durdurmakta kararlı olduğunu vurgulayarak, tüm Arap girişimlerini ve çözümlerini görmezden geldi.

Aslında Esed resmi sadece Arap girişimlerini değil, tüm uluslararası girişimleri reddediyordu. Fakat bir farkla: Birleşmiş Milletler’in (BM) girişimlerine karşı hile ve içeriğini boşaltma yöntemi izledi. Bu da Moskova’nın 12 kez veto hakkını kullanmasına yardımcı oldu.

Suriye arenası, Arap ülkeleri arasındaki tüm çelişkiler, rekabetler ve anlaşmazlıklar için, hatta Suriye devrimini destekleyenler için de bir laboratuvar haline geldi. Araplar arasındaki bölünmeler, Özgür Suriye Ordusu içinde kendilerini destekleyen taraflara göre bölünmeler yaşanmasına yol açtı. Bundan daha kötüsü, bu bölünmeler, Suriye’deki muhalif gruplar arasında vekalet çatışmalarının patlak vermesine yol açtı. Bu durum, pusuda bekleyen Rusların, rejimin ve İranlıların işini kolaylaştırdı. İki ana grubun birleşmesi veya en azından koordinasyon sağlaması halinde yıllarca dayanmalarına yetecek gıda ve silah depoları ve tüneller bulunmasına rağmen, Doğu Guta’yı savaşmaksızın, silah ve ekipmanlarıyla birlikte teslim almalarının önünü açtı. Destek veren ülkeler arasındaki derin çatlak, kardeşlerin bir araya gelmesini engelledi. Fakat sonuç, savaşın ayırdıklarının otobüslere toplanarak İdlib’e getirilmesi oldu.

– Şam’a yönelişin nedenleri

İlk olarak, Şam’la diplomatik ilişkilerin yeniden sağlanmasının hedefinin, Esed rejimiyle stratejik ittifakını daha çok güçlendirmemesi için İran’ın abluka altına alınması, zayıflatılması ve önünün kesilmesi olduğu açıklandı. Ancak gerçek bundan farklıydı: Esed ve rejimi varlığını İran’a borçluydu. İranlı yetkililer de birçok kez, Tahran’ın desteği olmasa Esed rejiminin düşeceği yönünde açıklamalar yapmıştı. Bu da Suriye meselesiyle en ufak bir bağlantıya sahip olanlar tarafından kabul edilen bir durum haline geldi. İran ise bugün kendi yetenekleri, Rusya ve diğerleriyle kurduğu iç içe geçmiş ittifaklar sayesinde, bölgesel ve uluslararası düzeyde daha güçlü, daha çok nüfuza sahip ve daha etkili hale geldi. Dolayısıyla Tahran’a sırtını dayayan Esed rejimini desteklemek doğrudan İran’a destek vermek anlamına gelir, zayıflatmak değil.

İkinci olarak, ABD Başkanı Donald Trump’ın Suriye’den çekilme niyetini açıklamasının ardından, Kürt ayrılıkçı milisleri destekleyen bazı Arap ülkeleri, ABD’nin bıraktığı boşluğu Türkiye’nin dolduracağını düşünerek öfkelendi. Trump’ın bu çekilme kararını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığı telefon görüşmesinden hemen sonra, hatta danışmanlarıyla bile görüşmeden alması da bunda özellikle etkili oldu. Bu şüphesiz Türkiye için stratejik bir kazanım ve bu milisler ve destekçileri için de stratejik bir hezimetti. Onlara verilen desteğin sürmesi, Esed rejimiyle ilişkilerini düzenlemeyi gerekli kılıyor.

Üçüncü olarak, Suriye’de keşfedilmiş veya keşfedilmemiş doğalgaz ve petrol kaynakları ile ekonomik faktörler de göz ardı edilemez. Bu ABD üslerinin Suriye’nin doğusunda konuşlanmasını ve Ruslar ile İranlıların ülkenin kıyı bölgelerinde kontrolü sağlama yönündeki ısrarlı girişimlerini açıklıyor. Şu anda Şam’a yapılan “hac ziyaretleri”, ibrenin Esed’in kalacağını gösterdiği ülkedeki petrol pastasından pay almaya yarayabilir.

Dördüncü olarak, Ankara’nın Arap Baharı devrimlerinin yanında yer alması ve (siyasi/dini zulümler veya birçok Arap ülkesindeki savaşlar nedeniyle ülkelerinde yaşayamayan) mültecilere yönelik “açık kapı” siyaseti izlemesi dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve Türkiye’yi İslami muhalefetin odağı olarak gören Arap ülkeleri var.

Suriye’deki durum 2011 öncesine dönüyor. Başta Körfez’dekiler olmak üzere Arap ülkeleri, bu kez de imar kartına oynayarak, ekonomik ilişkiler aracılığıyla Esed rejimini kontrol altına almaya çalışıyor. Çok basit bir nedenden dolayı, Esed rejiminin Tahran’la ittifakı dağılmayacak ve Arapların lehine zayıflamayacak. Çünkü Esed rejimi geçmişte olduğu gibi bir denge siyaseti izlemek zorunda değil.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?