ANALİZ – Fransız medyası reyting uğruna ırkçılığı körüklüyor

PARİS (AA) -FATİH KARAKAYA- 21 Nisan 2002’de Fransa, siyasi hayatında örneği olmayan bir gün yaşamıştı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sandıkların kapanmasına saatler kala, aşır sağcı lider Jean-Marie Le Pen’in ikinci tura kalacağı bilgisi, ülkede görülmemiş bir sarsıntıya neden olmuştu. O gün oy kullanmak istemeyenler bile sandığa koşmuş, Le Pen’i engellemek uğruna, beğenmedikleri adayın ikinci tura kalmasını sağlamak için oy kullanmıştı. Buna rağmen, o günlerde yasal zorunluluk nedeniyle çok kısıtlı şekilde medyaya çıkan ve kitlesel propaganda yapamayan Le Pen, ilk defa ikinci tura kalmayı başarmıştı. Irkçı olmadığını göstermek için Fransız halkı günlerce gösteriler düzenlemiş ve ikinci turda Jacques Chirac rekor bir oyla (yüzde 82,21) yeniden cumhurbaşkanı seçilmişti.

Bu olaydan 15 yıl sonra, 23 Nisan 2017’de, bu sefer Le Pen’in kızı Marine, Cumhuriyetçi adayı geçerek ikinci olmuş ve böylece bir sonraki turda Emmanuel Macron ile yarışmaya hak kazanmıştı. Babasının aksine, Marine Le Pen bunu başarabilmek için kanaldan kanala koşuyor, tüm medyada saatlerce propaganda imkanı buluyordu. Bütün söylemini yabancı düşmanlığı ve Avrupa karşıtlığı üzerine kuran Le Pen’in ikinci tura kalması ise bu kez ülkede çok olağan karşılanmıştı. Le Pen her ne kadar seçimi kazanamasa da, babasının oylarını ikiye katlamayı başarmıştı.

15 yılda ne değişmişti de, ırkçılar kazanamasın diye ayağa kalkan Fransa bir anda ırkçılığı içselleştirmişti?

Bunun sebeplerine inebilmek için öncelikle ekonomik göstergelere bakmak gerekir. 2002’den sonra sırayla seçilen Nicolas Sarkozy ve François Hollande vadettikleri ekonomik refahı sağlayamamışlardı. 2009 yılında büyüme oranı eksi 2,94’e kadar gerilemişti. İşsizlik de tarihi rekorlar kırarak sürekli artıyor ve ilk defa yüzde 12’leri geçiyordu. Halkın alım gücünün düştüğü günlerde, yabancıların günah keçisi seçilmesi kaçınılmaz olmuştu.

Marine Le Pen refahı göçmenleri kovarak, istihdamı ise Fransızlara öncelik tanıyarak sağlamayı vadediyordu. Bir türlü ekonomik huzuru bulamayan vatandaş bu söylemlere ilgi duymaya başlamıştı. Üstelik Marine Le Pen, babasından devraldığı partide yeni bir strateji geliştirmiş, onun aksine Yahudiler yerine Müslümanlara saldırmanın daha kârlı olduğunu fark etmişti. Böylece halktan ilgi gördükçe medyada daha çok yer alıyor, daha çok yer aldıkça da oyunu artırmayı başarıyordu. Siyasilerin bu kadar rahat şekilde medyada yabancı düşmanlığı yapabilmesi, yeni bir Fransa’nın da doğumunu haber veriyordu.

Ocak 2015’te Paris’te yaşanan Charlie Hebdo saldırılarının akabinde, “medeniyetler çatışması” teorisinin savunucularından Michel Houellebecq yazdığı romanda, 2022 yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ikinci tura aşırı sağcı bir lider ile Müslüman bir adayın kalacağını anlatıyordu. Yine aynı romanda, merkez sağ ve sol partilerin desteğiyle Müslüman aday kazanıyor ve Fransa’yı yönetiyordu. O günlerde çok popüler olan yazar, tüm TV kanallarında boy gösteriyor ve yeni bir teorinin gelişimine ön ayak oluyordu. Ona göre bu şekilde giderse, Fransa’da Fransızlar azınlıkta kalacak ve “büyük değişim” ile Müslümanlar çoğunluğu elde ederek Fransa’yı yöneteceklerdi.

Bu teori sadece siyasi yelpazenin uç kısımlarında yankı bulmakla kalmamış, aynı zamanda kendini merkez olarak tanımlayan partilerin yöneticileri de bu söylemlere sahip çıkmaya başlamıştı. Bunların başında Mart 2014-Aralık 2016 tarihleri arasında başbakanlık yapan Manuel Valls geliyordu. Manuel Valls konuşmalarında hiç çekinmeden “İslam ve Müslümanlar Fransa için bir sorundur” demekten çekinmezken, bir televizyon programında belediye başkanlığı yaptığı dönemde “Şehrinde yeteri kadar beyaz, gerçek beyaz” olmadığından yakınıyordu. Medya ise bu konuşmaları tekrar tekrar vermekten çekinmiyor, en çok izlenen programlara açıkça İslam düşmanlığı yapan kişileri davet ediyordu.

“Fransa’nın 11 Eylül’ü” olarak da adlandırılan Charlie Hebdo saldırıları, kelimelerin de özgürleştiği bir dönem oldu. Ünlü yazar ve polemikçi Eric Zemmour RTL adlı radyoda yaptığı programda, tüm konuşmalarını Müslümanlara saldırı üzerine kurguluyordu. “30 yıldır işgal altındayız” dediği için “halkı kin ve nefrete teşvikten” hüküm giymiş, ancak sadece 5 bin avro ceza almıştı. Bu caza Zemmour’u birilerinin gözünde kahraman kılmaya yetmişti ve İslamofobiyi körükleyen yeni kitapları en çok satanlar listesinde yer almaya devam ediyordu.

Irkçılıktan hükümlü olmasına rağmen birçok programa davet edilen Zemmour’un son vakası ise Türk medyasında da gündem olmuştu. “Canlı yayında spikere hakaret” diye yer bulan olay ise yazılanlardan biraz farklı gelişmişti: Aslında program canlı çekilmemiş, yayına verildiğinde ise sansürlenmişti. Ünlü sunucu Thierry Hardison’un Afrika kökenli Hapsatou Sy ile sunduğu programa davet edilen Zemmour’un, Sy’a “İsminiz Fransa için bir hakarettir. Anneniz hata yapmış; aslında isminiz Corinne” olmalıydı dediği bölüm kanal tarafından yayına verilmemesine rağmen, bizzat Hapsatou Sy tarafından sosyal medya hesabından duyurulmuştu. “Bu sefer kazanamayacak, gerekirse hukuki yollardan hakkımı arayacağım” diyerek o bölümleri yayımlayan Sy, kendisine ırkçı hakaretler yöneltildiği gerekçesiyle mahkemeye başvuracağını söylüyordu. İşin ilginç tarafı, programın asıl sunucusu Ardisson ise Hapsatou’nun “olayı abarttığını ve büyütmeye gerek olmadığını” söylemiş, bütün bunları “reklam için yapıyor, vergi borcunu bile ödeyemiyor, para sorunları var” diyerek sunucuyu eleştirmişti. Bunun üzerine Afrika kökenli sunucu bir daha programa katılmama kararı aldı ve bir imza kampanyası başlatarak “nefret söyleminde bulunanların medyada yer almasının” yasaklanmasını istedi. Kampanya 300 binden fazla kişi tarafından desteklendi.

Bu tartışmalar üzerine bazı gazeteciler, medya kuruluşlarının reyting uğruna her yola başvurduğu görüşünü dile getirmeye başladı. Zemmour bunların arasında en ünlülerindendi. Ama günlük haber programlarında bile başörtüsü, burka, haşema, okullarda helal yemek, camiler ve Türkiye her fırsatta suçlayıcı dille gündem yapılıyordu.

Medyada yer alan bazı analizlerde ise, bu tür polemiklerin sonucunun çok önemli olmadığı, hatta kimin ne dediğinin çok da dikkate alınmadığı öne sürülüyor. Bu yayınların sadece reyting ve prim yapma amaçlı olduğu savunularak, yapımcıların kısa vadeli ve çabuk unutulan konuları görmek istedikleri belirtiliyor.

Ancak Fransa’nın RTÜK’ü CSA’nın verilerine göre, televizyonda yayınlanan programlar hakkındaki şikayetler gün geçtikçe artıyor. Geçen yılın Eylül ayında 2 bin 111 olan şikayet sayısının bu yılın aynı döneminde yüzde 100 artması, artık vatandaşların “bazı konularda” hassasiyetinin artışı olarak yorumlanıyor. Ancak bir taraftan şikayetler artarken diğer taraftan da izlenme oranları aynı ölçüde artıyor.

Bütün bunları “seçim kazanma isteğine” bağlayan, MedyaTurk.info adlı Fransızca haber sitesi yayın yönetmeni Fatih Tüfekçi, AA muhabirine verdiği demeçte, “Zemmour gibi kişilerin Müslümanlara karşı şüphe oluşturarak onları içeriden düşman olarak göstermekle görevli olduğunu” dile getiriyor. Böylece “Bu düşmana karşı tek mücadele edecek kişilerin aşırı sağcılar olduğu iması yapılıyor” diye de ekliyor.

Medyada sürekli yer alan haberlerde belirli kodlar kullanılmaya özen gösteriliyor: Müslümanlar misafir olarak gelen, ama kendisine kucak açan ülkenin örf ve adetlerini hiçe sayan, değerlerini paylaşmayan, sakal bırakarak ya da başörtü takarak “provokasyona yol açan” bir göçmenler grubu olarak lanse ediliyor. Bütün bunların da sonucunda “göçmenlerin yerel halkın yaşam tarzına müdahale etmekle kalmayıp, onu yok etmek için çabaladığı” iddia ediliyor.

İslamofobi alanında çalışmaları ile bilinen Irkçılık ve İslamofobi Gözleme Merkezi (ORİW) yayınladığı raporlarla da bu tehlikeye dikkat çekiyor. Rapor hakkında bilgi veren, derneğin yöneticilerinden Habip Dağlı AA için yaptığı açıklamada, “Medya artık ırkçılığı sıradanlaştırıyor” eleştirisinde bulunuyor. Son seçimlerde ırkçıların aldığı yüksek oy oranına dikkat çeken Dağlı “Sürekli kötü gösterilen Müslümanlar nedeniyle, Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi Fransa da yabancı düşmanlarına teslim olabilir” öngörüsünde bulunuyor. Yıllardır Fransızca yayın yapan medyayı takip ettiklerini söyleyen ve her geçen gün yabancı ve Müslüman karşıtı söylemlerin daha da sertleştiğine dikkat çeken Dağlı, sağduyulu insanların bu kötü gidişata dur demesi gerektiği savunuyor.

Gün geçtikçe yeni konular gündemde yer alırken, Fransız halkının ciddi şekilde komplolara da inanmaya başlaması ırkçılığı körüklüyor. “Bazı güçlerin Fransız kimliğini yok etmek için göçmenleri Fransa’ya doldurduğu” seklinde özetlenebilecek komplo teorisi ise en çok alıcı bulanlardan biri olarak sosyal medyada yer alıyor. Ocak 2018’de yapılan bir ankette, Fransızların yüzde 79’u en az bir komplo teorisine inanıyor.

Yalan haberlerle beslenen yabancı düşmanlığını, medyanın reyting uğruna daha da körükleyeceği endişesi, başta Türk kökenli vatandaşlar olmak üzere göçmenler üzerinde ağır bir baskı unsuru olmaya devam edecek gibi görünüyor.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?