ANALİZ – Doğu Akdeniz'de AB ve NATO'nun arabuluculuğu çözüme giden yolu açabilir mi?

İSTANBUL (AA) -MESUT HAKKI CAŞIN- Türkiye ve Yunanistan arasında Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin doğalgaz arama faaliyetleri nedeniyle yaşanan gerilim, bölgede gerginliğin aniden tırmanmasına neden oldu. Türkiye’nin hidrokarbon arama çalışmalarına Yunanistan ve Avrupa Birliği’nin (AB) tepki göstermesi üzerine Doğu Akdeniz’de yaşanan münhasır ekonomik bölge (MEB) kriziyle çıkan ciddi gerginlik ve iki ülkenin bölgede gerçekleştirdiği tatbikatlar, tarafların savaş gemilerini karşı karşıya getirdi. Atina’nın Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki meşru haklarını savunmasına verdiği tepkiler iki ülke ilişkilerinde işbirliği zeminini yok ederken, çatışma riskinin barış terazisinde ağırlaşmasına sebep oluyor. Nitekim Atina’nın Türkiye’nin doğalgaz arama faaliyetlerinin kendi kara sularına dâhil olan bölgeleri de kapsadığını iddia ederek Türk araştırma gemisi Oruç Reis’e uluslararası sularda deniz ve hava unsurlarıyla müdahale girişimi Türkiye tarafından çok sert tepkiyle karşılandı. Girit adası açıklarında Türk gemisine yaklaşan Yunan F-16’larını Türk F-16’ları engelledi. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Sevilla haritasını Türkiye’ye kabul ettirmek için AB’yi de ortak ederek, uyuşmazlığı derinleştirmeyi kendisine amaç edinmiş durumda. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan “Akdeniz’de en uzun kıyı şeridine sahip ülkemizi kimse Antalya sahillerine hapsedemez. Milletimizin ve Kıbrıs Türklerinin denizlerdeki haklarını sonuna kadar savunmakta kararlıyız” açıklamasını yaptı. Bu kısa makalede, Doğu Akdeniz uyuşmazlığındaki son gelişmelerin, gerginliğin aşılmasında tarafların temel görüşlerinden hareketle diplomatik, hukuki çözüm yollarının ve olası gelişmelere ait senaryoların ortaya konulması amaç edinilmiştir.

– Müzakere ve arabuluculuk

Meseleye uluslararası hukuk penceresinden bakıldığında, halen geçerli olan Birleşmiş Milletler (BM) düzeni, uluslararası toplumda uyuşmazlığın çözüm yolları olarak savaş ve kuvvet kullanımını içeren zorlamalara başvurmanın yasaklanmasıyla birlikte, barışçı yolları hukuka uygun yegâne yollar olarak düzenlemiştir. BM Anlaşması’nın 33. maddesinde, uluslararası uyuşmazlıkların barışçı çözüm yolları sayılmıştır. Buna göre, görüşmeler, dostça girişim, arabuluculuk, araştırma, soruşturma, hakemlik, mahkeme, bölgesel örgütlere ve anlaşmalara başvurma ve ihtiyari diğer yollar, uluslararası uyuşmazlıkların barışçı çözüm yollarıdır.

İki kıyıdaş ülke arasında NATO ve AB’nin girişimleriyle sürdürülen diplomatik müzâkereler, doğrudan gerçekleştirilen iletişim sonucunda varılan mutabakat, tarafların iradelerinin aracısız sonucu olmakta ve ahde vefa ilkesi gereği uygulanmaktadır. Esneklik vasfı ise kökeni ne olursa olsun her türlü uyuşmazlığın müzâkere konusu olmasından kaynaklanır. [1] Uluslararası Adalet Divanı (UAD), deniz hukukuna ilişkin özel kanun ilkesi (lex specialis) uyarınca diplomatik müzâkerelerde bulunma yükümlülüğünün de yine iyi niyet (bona fide) çerçevesinde gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtiyor. [2]

Uluslararası uyuşmazlıkların çözümünde bir diğer diplomatik yol haritası olarak vaz edilen arabuluculukta (mediation) ise, uyuşmazlığa taraf olmayan üçüncü taraflar veya örgütler, çözüme katkı sağlamak maksadıyla sürece dâhil olarak taraflara, çatışan iddia veya taleplerini uzlaştırmak adına her ikisi için de kabul edilebilir bir çözüm önerisini aktif bir şekilde teklif ederler. Fakat Lahey Sözleşmeleri’nin 6. maddesi gereğince, arabuluculuk metodu dâhilinde teklif olunan kararlar, uyuşmazlığa sağlayacakları katkı tavsiye niteliğinde olduğu için, hukuken bağlayıcı değildir. Fakat arabulucunun yapacağı çözüm önerilerinin, uluslararası hukukun yürürlükteki kuralları ile uyumlu olması ve yargısal içtihat kararlarına ilaveten hakkaniyet ve nısfet (ex aequo et bono) ilkesine münasip teklifleri içermesi de gereklidir. İkinci hayati unsur ise arabulucunun tarafsızlığıdır. Tarafsızlığın, güven eksikliğini bertaraf ederek adil, hukuka ve hakkaniyete uygun çözümün barış ve istikrara katkısını güçlendirmesi öngörülmüştür.

– NATO’nun rolü

Somut olaya dikkatle bakıldığında, Doğu Akdeniz’de Yunanistan, Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) Türkiye’nin Navtex (Denizcilere Duyuru) ilan ettiği uluslararası sularda askeri tatbikat yapması nedeniyle gerginliğin iyice artması üzerine NATO’nun, NATO Anlaşması’nın 4. maddesi gereğince, bölgede kaza yaşanmaması için devreye girmiş olduğu görülüyor. NATO, Türkiye ve Yunanistan askeri teknik heyetleri arasında üç haftadır sürdürülen görüşmeler sonucunda, askeri gerilimi yatıştırmaya yönelik bir güvenlik mekanizması üzerinde anlaşıldığını açıkladı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, Doğu Akdeniz krizi nedeniyle gerginlik yaşayan Türkiye ile Yunanistan arasındaki askeri görüşmelerde “iyi bir mesafe kaydedildiğini” ifade etti. Stoltenberg Türkiye ile Yunanistan arasında Doğu Akdeniz’deki “ayrıştırma usullerinin” ele alındığı görüşme sürecinin devam ettiğini belirterek “Bu mekanizmayı kurabilecek bir çözüm bulabilmemiz, altta yatan asıl sorunlar hakkındaki görüşmelere imkân tanıyacak Almanya öncülüğündeki çabalara destek olabilir” şeklinde konuştu. Türkiye Millî Savunma Bakanlığı’ndan (MSB) yapılan açıklamada da heyetler arasında “ayrıştırma usullerinin” ele alındığı toplantılar sonucunda “genel ilkelerde” ortak anlayışa varıldığı kaydedilmiş, Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis ise Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan’a diplomatik çözüm çağrısında bulunarak “iki yakın komşu” arasında ortaklık kurulabilmesi gerektiğini açıklamıştı. Türkiye ile Yunanistan arasındaki askeri gerilimi önlemek üzere bir güvenlik mekanizması oluşturulması kararının ardından, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg 5 Ekim’de iki ülkeyi ziyaret etti.

– AB ve Almanya-Fransa ayrışması

AB üyesi Yunanistan ve GKRY ile Türkiye arasındaki uyuşmazlığın diplomatik yollardan giderilmesi için, AB dönem başkanı olarak arabuluculuk yapan Almanya Şansölyesi Angela Merkel inisiyatif alarak, Türkiye’den Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerini durdurmasını istedi ve böylece diyalog yolunun açılmasına yönelik yoğun bir diplomasi trafiği başlattı. Almanya Türkiye’ye yaptırım uygulanması yerine diplomatik adımlar atılması gerektiği ve AB’nin Türkiye ile kapsamlı ve yapıcı ilişkiler içinde olmasının AB’nin çıkarına olduğu görüşünü kuvvetle vurguluyor. Almanya ile Türkiye arasında kriz yaşanmasını istemeyen Merkel, AB Liderler Zirvesi öncesinde yaptığı açıklamada, Türkiye ile ilişkilerinin çok boyutlu olduğunu belirterek “Bir taraftan insan hakları ile ilgili gelişmelerden yakınıyoruz, diğer taraftan ise Türkiye ile Yunanistan ve GKRY arasındaki gerilimin ne kadar ciddi olduğunu görüyoruz. Askeri bir eylem ile barış arasındaki çizginin ne kadar ince olduğunu görüyoruz,” demiştir. Türkiye’nin NATO üyesi olduğunu vurgulayan ve Türkiye’yi mültecilere kapılarını açarak onları en güzel şekilde ağırlamasından dolayı öven Merkel, “Türkiye mültecileri ağırlamada inanılmaz ve dikkate değer işler yapıyor. Türkiye 4 milyon mülteciyle belki de dünyada en çok mülteci barındıran ülke. Bu nedenle, anlaşmazlıkların çözümüne nasıl katkıda bulunabileceğimize ve mülteciler konusundaki işbirliğimizi nasıl güçlendirebileceğimize bakmalıyız. Türkiye ile ilişkilerimizi yeniden dengelemek zorundayız; çünkü birçok önemli konu hâlâ bu ülkeyle işbirliğine bağlı” ifadelerini kullandı.

Buna mukabil, Doğu Akdeniz’de Türkiye’ye karşı sert tutum benimseyen, Yunanistan’a savaş uçakları ve savaş gemileri satışını gerçekleştiren Fransa’nın, gerek AB savunma dış politikası gerekse NATO içinde “Avrupa’nın lideri” statüsünü elde etmek gayesi ile Atina’ya verdiği desteği yatay düzlemde AB ortaklığı ile genişletme çabaları, tam destek görmüyor. Berlin ve Paris arasındaki bu temel görüş farklılığı, AB’nin kararlarında siyasi ve ekonomik çatlaklara yol açmakta. Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias ise AB’nin Türkiye’ye Doğu Akdeniz’deki sismik faaliyetleri nedeniyle yeni yaptırım tehditlerinde bulunmasının “kaçınılmaz” olduğunu öne sürdü. AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Doğu Akdeniz’deki gerginliğin azaltılmaması halinde, AB’nin Türkiye’ye yönelik yaptırımlar kapsamında, AB limanlarının kullanılmamasına yönelik tedbirler alabileceğini belirtti. Türkiye’nin geçici olarak sondaj faaliyetlerine ara vermesi, NATO ve AB’nin arabuluculuk girişimleri ile gerginliğin önemli ölçüde düşmesi, Doğu Akdeniz’de uzun süredir devam eden krizde diplomasi seçeneğini ön plana çıkardı. Bu noktada, Emmanuel Macron BM’deki konuşmasında, “Türkiye’ye saygı gösteriyoruz. Türkiye ile diyaloğa da hazırız,” açıklamasında bulundu. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise sorunları masada konuşmak istediklerini belirterek Paris’e “sağduyulu ve yapıcı bir tutum” çağrısında bulundu.

– Türkiye’nin diplomasi yaklaşımı ve konferans teklifi

Türkiye krizin çözümünde Yunanistan’ın aksine NATO, AB ve BM üçgeninde, masada ve sahada başarılı bir diplomatik atak başlattı. Şansölye Merkel’in çağrılarına cevaben Ankara, AB Liderler Zirvesi öncesinde Oruç Reis’in Antalya Limanı’nda bakıma alındığını açıkladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan AB liderlerine gönderdiği mektupta, Doğu Akdeniz’deki son gelişmeler nedeniyle Türkiye-AB ilişkilerinin yeni bir sınama ile karşı karşıya olduğunu vurguladı. Erdoğan mektubunda “Türkiye Doğu Akdeniz’in, tüm tarafların işbirliği yaptığı, hidrokarbon kaynaklarının hakça ve adil şekilde paylaşıldığı, barış ve istikrarın hüküm sürdüğü bir işbirliği bölgesi olmasını arzu etmektedir” açıklamasında bulundu. Erdoğan Türkiye’nin “Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının uluslararası hukuka uygun olarak, hakça ve adil biçimde sınırlandırılması ve kıta sahanlığındaki egemen hak ve yetkilerinin korunmasını” ve “Kıbrıs Türklerinin Kıbrıs adasının eşit ortağı olarak, adanın hidrokarbon kaynakları üzerindeki eşit hak ve çıkarlarının garanti altına alınmasını” istediğini belirtti.

Erdoğan “Yunanistan ile ön koşulsuz karşılıklı diyaloğa hazırız” ifadelerine yer verdiği açıklamasıyla esasen Atina’ya beyaz bir karanfil uzatmıştır. Doğu Akdeniz’de devam eden gerginliğin müsebbibinin Türkiye değil Yunanistan ve GKRY olduğunu vurgulayan Erdoğan, “Bugün geldiğimiz duruma, Yunan-Rum ikilisinin Türkiye’yi ve Kıbrıs Türklerini yok saymaları, tek yanlı adımlar atmaları, oldu-bittiler yaratmaları ve AB’nin buna 2003 yılından beri seyirci kalması yol açmıştır. Yunanistan GKRY ile birlikte, Türkiye’yi Antalya körfezine hapsetmeyi hedefleyen, maksimalist deniz sınırı iddialarını (Sevilla haritası) AB’yi kullanarak Türkiye’ye kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bu sınırların ulusal ve AB’nin dış deniz sınırları olduğunu iddia etmektedir. Türkiye ise Doğu Akdeniz’de hem kendi hem de Kıbrıs Türklerinin haklarını korumak için diplomasiye ağırlık vermiş, ancak diyalog ve işbirliği çağrılarımız sonuç vermeyince sahadaki adımlarını 7 yıl bekledikten sonra 2018 yılında atmaya başlamıştır” demiştir.

Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan, AB Komisyonu Başkanı ve NATO Genel Sekreteri ile görüştü. Yunanistan’ın gerginliği tırmandırmasına ve tahriklerine rağmen Türkiye’nin sağduyulu ve soğukkanlı tavrından taviz vermediğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, gelinen noktada ilan edilen istikşafi görüşmelerin gidişatının, Yunanistan’ın ortamı yumuşatmak için atacağı samimi adımlara bağlı olacağını ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ayrıca Almanya Başbakanı Angela Merkel ve AB Konseyi Başkanı Charles Michel ile üçlü formatta bir video konferans görüşmesi gerçekleştirdi. Erdoğan görüşmede “Doğu Akdeniz meselesinin temelinde Yunanistan ve Rum kesiminin maksimalist iddiaları” olduğuna ve “Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklerinin haklarının yok sayılmak istendiğine” dikkat çekti. Erdoğan BM Genel Kurulu’na video mesajla seslenirken, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki anlaşmazlıkların “samimi bir diyalogla, uluslararası hukuk temelinde, hakkaniyete uygun biçimde çözümünü” istediğini belirtti. Erdoğan ayrıca Doğu Akdeniz krizinin çözümü için bölgesel bir konferans düzenlenmesi çağrısında bulundu. Michel Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Doğu Akdeniz konulu çok taraflı konferans teklifinin bölge ülkeleri tarafından olumlu karşılandığını ve görüşmeye hazır olduklarını ifade etti.

– AB Zirvesi ve yansımaları

Yunanistan ve Kıbrıs’ın talebiyle Türkiye’ye karşı yaptırım tehditleri altında 1 Ekim’e ertelenen AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi sonuç bildirisinde Türkiye ile sıkıntılı başlıklar dikkat çekerken, AB liderleri Ankara’nın Doğu Akdeniz konusunda “yapıcı ve olumlu bir çaba göstermesi halinde” pozitif gündemi başlatmakta mutabık kaldıklarını açıkladılar. AB liderleri zirvesinde, uzun tartışmalar sonucunda, Yunanistan ve GKRY’nin desteklendiği vurgusu yapılırken, Türkiye ile yapıcı bağların korunması kararının da alındığı açıklandı. Sonuç bildirisinde özetle, yaşanan gerginliğin diplomatik yollardan çözülmemesi halinde yaptırım uygulanabileceği gündeme getirildi. Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, Brüksel’de yapılan AB zirvesinde birliğin, “Siyasi diyalog ile Kıbrıs ve Yunanistan’a destek” olarak tanımladığı iki eksenli stratejinin, bir ileri basamakta, yani “Aralık zirvesinde” detaylandırılacağını ifade etti. Charles Michel Ankara’ya uygulanacak ekonomik yaptırımların hazır olduğunu, ancak siyasi diyaloğa şans tanımak için yaptırımların şimdilik uygulanmayacağını dile getirdi. Türkiye’nin tek taraflı adım atmamasını isteyen Michel, Türkiye ile Yunanistan arasında diyalog kurulmasını ve bunun derinleşmesini desteklediklerini, Kıbrıs müzakerelerinin BM öncülüğünde yeniden başlamasını desteklediklerini kaydetti. Michel Doğu Akdeniz konusunda çok taraflı bir konferans önerisinde bulunduklarını belirterek bunun bölgedeki birçok anlaşmazlığın çözümünde önemli rol oynayabileceğini beyan etti.

AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise Türkiye’nin “Kıbrıs sularında doğalgaz arama çalışmalarında ısrar etmesi durumunda birliğin ambargo uygulayabileceğini” ifade etti. Leyen Türkiye’ye yönelik yaptırımları uygulamaya “hazır olduklarını”, yaptırımların iptali için ön koşulun ise “Ankara’nın hukuk dışı ve tek taraflı eylemlerine son vermesi” olduğunu öne sürdü. Leyen “Tüm zorluklara karşın AB’nin Türkiye ile yapıcı bir ilişki geliştirmesinde büyük çıkarı bulunuyor. NATO’da ortak konumundayız. Düzenli göç söz konusu olduğunda birbirimize bağımlıyız” dedi. Almanya Başbakanı Angela Merkel “Olumlu bir AB-Türkiye gündemi oluşturmak için her şeyi yapmak istiyoruz” açıklamasında bulunarak, Ankara ile AB-Türkiye anlaşmasını ele almak istediklerini belirtti. Türkiye ile ilişkilerde öncelikle doğalgaz gerginliğinin yatıştırılmasının önemli olduğunun altını çizen Merkel “Doğu Akdeniz’deki gerginliklerin çözümlenmek zorunda” olduğunu belirtti. Merkel ayrıca AB ile Türkiye’nin Aralık ayında vize serbestisi konusunda görüşeceğini belirterek “Türkiye ile yapıcı ilişkiler istediğimizi netleştirdik” dedi.

– Barışa giden yolda zorlukların aşılması

AB’nin Brüksel Zirvesi’nde, Türkiye’ye yönelik herhangi bir yaptırım kararı alınmamakla birlikte, masadaki yaptırım tehdidi varlığını muhafaza ediyor. Fakat Brüksel Zirvesi’nde Fransa, Yunanistan ve GKRY ile Almanya’nın ve 27 ülkenin tamamının Türkiye konusundaki ulusal çıkarları örtüşmemiştir. Yaşanan sıcak krizde, Yunanistan’ın kıta sahanlığı tezlerini ilgilendiren bir anlaşmazlıkta, üyesi olduğu AB’yi bir blok olarak yanına çekememiş olması ve bu süreçte AB içinde ciddi bir bölünmenin yaşanması, Türkiye açısından önem arz ediyor. İkinci olumlu yaklaşım ise bu kısa makalede izah edildiği üzere, Doğu Akdeniz uyuşmazlığının barışçı yoldan çözümünde diplomasiye öncelik tanınan yeni bir döneme girilmesi, askeri bir sıcak çatışma riskinin ötelenmesidir. Ankara’nın diyalog yolundaki tutumu, Atina’nın yaptırım tehdidine ihtiyacı azaltmıştır. Bu itibarla, mevcut statü irdelendiğinde, an itibari ile 27 AB üyesi arasında böyle bir adım için konsensüs mevcut değildir. Bununla birlikte, AB Türkiye’ye karşı olası yaptırım paketini rafta tutabilecektir. Halbuki, AB masasındaki kararların mürekkebi dahi kurumadan, Yunanistan Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin sorumluluk sahasında olan bölgede iki Navtex ilan etmiştir. Doğu Akdeniz’de sorunların diyalog ile çözülmesine yönelik adımların atıldığı bir dönemde Yunanistan tarafından gerçekleştirilen bu provokasyon üzerine, Türkiye kendi sorumluluk sahasında olan söz konusu alanlar için kendisi yeniden Navtex yayımlamıştır. Bu tehlikeli girişim Atina’nın, NATO ve AB’nin tarafsızlık ve iyi niyetle üstlendiği arabuluculuk misyonuna zarar verebilecek mevcut ısrarını göstermektedir.

Üçüncü olumlu gelişme, Merkel’in vize serbestisi meselesini gündeme getirmesi, ayrıca AB Komisyon Başkanı Ursula von der Leyen’in ise Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusunu dile getirmesidir. Dördüncü müspet pencerenin, Doğu Akdeniz konusunda çok taraflı konferans önerisinin, bölgedeki mevcut anlaşmazlıkların aşılmasında askeri kuvvet yolu yerine, uluslararası hukukun öngördüğü yöntemlerin taraflarca benimsenmesidir.

Türkiye olarak, AB ve NATO ile ortak kültürel, ekonomik, siyasal ve askeri çıkarlarımız mevcuttur. Enerji alanında merkez ülke olan Türkiye, transit ülke konumunun yanı sıra, ciddi bir pazar potansiyeline de sahiptir. Bu durumun, tıpkı Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) ve Türk Akımı projelerinde olduğu gibi, Türkiye’nin AB’nin enerji güvenliğine, Brüksel’in petrol ve gaz ihtiyacına katkıda bulunma ihtimali oldukça yüksektir. Bu alanda işbirliği, Akdeniz’de tüm kıyıdaş ülkelerin kazanacakları bir ortak çıkar havuzunun inşa edilmesi, AB’nin tüm paydaşlarının, hatta İsrail’in lehine bir senaryodur. Uluslararası terörle mücadele, kitlesel göçün önlenmesi, Suriye ve Libya iç savaşlarının çözümlenerek Orta Doğu’da terörden beslenen odakların bertaraf edilmesi, tarafların pragmatik çıkarlarının ortak noktalarını teşkil etmektedir. Dolayısıyla, mevcut büyük resme bakıldığında, Türkiye olmadan Akdeniz’de satranç oynamak mümkün değildir.

Son tahlilde, Mavi Vatan projesi, enerjiye bağımlı Türkiye için uluslararası barışı destekleyen tüm ortaklıklara açık ekonomik/ticari bir seçenektir. Unutmayalım ki Akdeniz Türkiye’nin nefes borusudur.

[Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, Yeditepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesidir]

[1] Almanya, Danimarka ve Hollanda’nın dâhil olduğu Kuzey Denizi Kıta Sahanlığı Davalarında uyuşmazlığın konusu, sınırların belirlenmesi için yapılan diplomatik müzâkerelerdir. 1969 yılında açıklanan kararda Divan şöyle demiştir: “Burada adâlet ve iyi niyet gibi genel iki ilke temelinde esas hukuk kuralları söz konusudur. Sorun hakkaniyeti basitçe bir soyut adâlet konusu olarak uygulamak değil, hakça ilkeleri gerekli kılan hukukun üstünlüğünü, kıta sahanlığı hukuk rejimi gelişiminin altındaki fikirlere uyumlu biçimde uygulamaktır”.

[2] Divanın görüşü şu şekildedir: “Böylelikle müzâkere etme yükümlülüğü, tarafların kendi haklarının bizzat doğasından ortaya çıkmaktadır; ilgili durumda onları müzâkere etmeye yönlendirmek, yargı işlevinin isabetli bir uygulaması olacaktır. Bu aynı zamanda Birleşmiş Milletler Antlaşması’nın uyuşmazlık çözümüne ilişkin hükümleri ile de örtüşmektedir. Mevcut karar temelinde yeni başlayacak olan müzâkerelerde, taraflar yukarıda takdir edilen haklarının ve bu hakların içeriğinin belirlenmesindeki rehber ilkelerin faydasını görecektir. Önlerindeki görev, müzâkerelerini birbirlerinin haklarına makul dikkati iyi niyet içerisinde göstererek yürütmektir”.

ALATURKA AİLESİ ÜYELERİ NE DİYOR?